• MAHKEMEYE ERİŞİM HAKKININ AŞIRI DERECEDE GÜÇLEŞTİRMESİ

    TÜRKİYE  CUMHURİYETİ
    ANAYASA  MAHKEMESİ

    Başvuru No2016/1861
    Tarihi: 21.02.2019

    l ZARARI TAM OLARAK DEĞERLENDİRME OLANAĞI TANIMADAN DAVA AÇMA SÜRELERİMİN İŞLETİLMESİNİN ZARARA UĞRAYANA ORANTISIZ KÜLFET YÜKLENMESİ ANLAMINA GELECEĞİ
    l MAHKEMEYE ERİŞİM HAKKININ AŞIRI DERECEDE GÜÇLEŞTİRMESİ

    ÖZETİ: Başvurucunun tedavi süreci devam etmekle birlikte TSK bünyesindeki statüsünü koruduğu, hatta 16/5/2013 ile 18/12/2013 tarihleri arasında yurt dışı görevde de bulunduğu dikkate alındığında uğradığını ileri sürdüğü zararı ancak TSK bünyesinde görev yapamayacağını bildiren raporun ardından tam olarak değerlendirebilmesi mümkündür. Bu itibarla başvurucunun zararını değerlendirmesine imkan tanımayan 31/5/2013 tarihli rapor esas alınarak uğradığı zararla ilgili idari başvuru yapmak suretiyle dava açmasının beklenmesi başvurucuya orantısız bir külfet yüklemektedir.
    Buna göre Mahkemenin dava açma sürelerini belirlemesine ilişkin yorumunun başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğu ve bu yorumun başvurucunun mahkemeye erişim hakkını aşırı derecede güçleştirerek neredeyse imkansız hale getirdiği değerlendirilmiştir. Dolayısıyla bu yorumdan hareketle davanın süre aşımından reddedilmesi suretiyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
    Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
    1. BAŞVURUNUN KONUSU
      1. Başvuru, maluliyete sebep olan bedensel rahatsızlık nedeniyle meydana gelen zararların tazmini için açılan davada süre aşımı yönünden ret kararı verilmesinin mahkemeye erişim hakkının ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
    II.          BAŞVURU SÜRECİ
    Başvuru 29/1/2016 tarihinde yapılmıştır.
    Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
    Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
    Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
    Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
    III.  OLAY VE OLGULAR
    Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
    Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde 2014 yılına kadar uzman erbaş olarak görev yapmıştır.
    Başvurucu 10/9/2012 tarihinde posta komutanı olarak görev yapmakta iken itfaiye kısmında oluşan arızayı tamir ettiği sırada çıktığı merdivenin kırılması sonucu yaralanmıştır. Bu kaza sonucu başvurucunun sol ayağı üç yerinden kırılmıştır.
    Başvurucunun tedavisi Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) tarafından yapılmış ve 17/12/2012 tarihinde kendisine iki ay süreyle istirahat raporu verilmiştir.
    Takip eden süreçte başvurucu hakkında muhtelif tarihlerde raporlar düzenlenmiştir. 22/3/2013, 29/5/2013 ve 31/5/2013 tarihlerinde düzenlenen raporlarda başvurucunun bazı spor faaliyetlerinden muaf tutulması gerektiği, sınıfı görevini ve yurt dışı görevini yerine getirebileceği yönünde tespitlerde bulunulmuştur. Başvurucu 16/5/2013 ile 18/12/2013 tarihleri arasında yurt dışı görevinde bulunmuştur.
    Başvurucuya 2014 yılı içinde de hava değişimi izinleri verilmiş, son olarak 31/3/2014 tarihli GATA raporu ile başvurucunun sol ayak bileği eklem kısıtlılığı nedeniyle TSK bünyesinde görev yapamayacağı tespit edilmiş ve TSK ile ilişiği kesilmiştir.
    Başvurucu 10/11/2014 tarihinde Milli Savunma Bakanlığına başvurarak askeri görev  nedeniyle  yaralanması  ve  malul   hale  gelmesi  nedeniyle  uğradığını  ileri   sürdüğü 350.000 TL maddi, 50.000 TL manevi zararının tazmin edilmesini istemiştir.
    Talep, cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir.
    Başvurucu, zımnen ret kararının ardından 16/1/2015 tarihinde maddi ve manevi zararlarının ödenmesi istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde tam yargı davası açmıştır.
    AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 4/11/2015 tarihli kararıyla maddi ve manevi tazminat istemiyle açılan tam yargı davasını süre aşımı yönünden reddetmiştir.
    Ret gerekçesinde öncelikle 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun dava açma süresine ilişkin hükümlerine yer verilerek idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin şart olduğu, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde ret işleminin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları gerektiği hatırlatılmıştır. Başvurucunun yaralanmanın meydana geldiği kazanın ardından gerçekleşen tedavi süreci sonunda düzenlenen 31/5/2013 tarihli raporla eylem ve eylemden doğan zararı öğrendiği belirtilen gerekçede başvurucunun 31/5/2013 tarihinden itibaren bir yıl içinde zararının tazmini istemiyle idareye başvurması gerekirken 10/11/2014 tarihinde yaptığı başvuru üzerine açtığı davanın süre aşımına uğradığı ifade  edilmiştir.
    Başvurucu nihai kararı 25/1/2016 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 29/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
    1. İLGİLİ HUKUK
    İlgili  hukuk  için  bkz.  Tolgahan Orhon,  B.  No: 2015/11349, 14/11/2018, §§ 21-29
    V.İNCELEME VE GEREKÇE
    Mahkemenin 21/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
      1. Başvurucunun  İddiaları
    Başvurucu; uğradığı zararı bir bütün olarak 31/3/2014 tarihinde tanzim edilen sağlık raporu ile öğrendiğini, benzer durumda olan personel hakkında süre koşulunun aşıldığını ve tazminata hükmedildiğini, AYİM'in yapısı nedeniyle bağımsız ve tarafsız bir mahkemece yargılama yapılmadığını belirterek Anayasa'nın 2., 10., 36., 40. ve 125. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
    B.          Değerlendirme
    Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
    "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. "
    Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikayeti, Mahkemenin dava açma süresine dair hukuk kurallarını katı bir yorumla hatalı değerlendirdiği iddiasına müteallik olduğundan başvuru mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
    1.  Kabul Edilebilirlik Yönünden
    Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
    1. Esas Yönünden
      1. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
    Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "... ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dahil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini  belirtmektedir (Özbakzm Özel Sağlık Hiz. İnş.  Tur. San. ve  Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,  § 34).
    Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını  ve  bunların   korunmasını   sağlayan  en  etkili  güvencelerden biridir.  Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkanının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
    Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
    Somut olayda idari eyleme dayalı tam yargı davasının süre aşımından reddedilerek esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
      1. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
    Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
    "Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
    Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa'nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.
    Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
      1. Kanunilik
    Başvurucunun idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle açtığı davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin mahkeme kararının 1602 sayılı mülga Kanun'un 43. maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
    1. Meşru Amaç
    Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından müteaddit defalar incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde idari işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel ifadesiyle Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna işaret etmiştir (daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017, §§ 54, 55; Fatma Altuner, B. No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).
    1. Ölçülülük
    1. Genel İlkeler
    Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren,  bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde  etkisizleştiren  sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir. (Özkan Şen,  § 52).
    Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir. (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu kapsamda mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel SağlıkHiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti.,  § 38).
    Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an da mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirleme ve mevzuatı bu yönüyle yorumlama görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma süresinin henüz dava hakkının doğmadığı ya da hak sahibinin dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yaşar Çoban,  § 66).
    1. İlkelerin Olaya Uygulanması
    Anayasa Mahkemesince daha önce benzer nitelikte başvurularda da belirtildiği üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için ortada idari eylem ve  zarar  olmalı,  ayrıca zararla idari eylem arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Bu çerçevede eylemin idariliğinin veya yol açtığı zararın ya da arasındaki illiyet bağının eylemden çok sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir (bkz. Mehmet Çınar ve Nuray Çınar, B. No: 2015/4807, 19/4/2018, § 46).
    Bireysel başvuruya konu olayda; başvurucunun 10/9/2012 tarihinde askeri görev sırasında yaralandığı ve bu yaralanma sonucu oluşan rahatsızlığın sağlık raporları ile belgelendiği hususlarında ihtilaf bulunmamaktadır. Başvurucunun 2012  ve  takip  eden yıllarda yapılan muayeneleri ve düzenlenen raporlar itibarıyla bedensel rahatsızlıktan  haberdar olduğu açık ise de 31/3/2014 tarihli rapora değin bu rahatsızlığın  görevini yapmasına engel teşkil edecek boyutta olduğundan haberdar bulunmadığı açıktır.
    Başvurucunun tedavi süreci devam etmekle birlikte TSK bünyesindeki statüsünü koruduğu, hatta 16/5/2013 ile 18/12/2013 tarihleri arasında yurt dışı görevde de bulunduğu dikkate alındığında uğradığını ileri sürdüğü zararı ancak TSK bünyesinde görev yapamayacağını bildiren raporun ardından tam olarak değerlendirebilmesi mümkündür. Bu itibarla başvurucunun zararını değerlendirmesine imkan tanımayan 31/5/2013 tarihli rapor esas alınarak uğradığı zararla ilgili idari başvuru yapmak suretiyle dava açmasının beklenmesi başvurucuya orantısız bir külfet yüklemektedir.
    Buna göre Mahkemenin dava açma sürelerini belirlemesine ilişkin yorumunun başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğu ve bu yorumun başvurucunun mahkemeye erişim hakkını aşırı derecede güçleştirerek neredeyse imkansız hale getirdiği değerlendirilmiştir. Dolayısıyla bu yorumdan hareketle davanın süre aşımından reddedilmesi suretiyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
    Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
    Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varıldığından başvurucunun diğer iddialarının incelenmesine gerek görülmemiştir.
    3.           6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
    30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri HakkındaKanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
    "(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine  ya  da  edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi halinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
     (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması  yolu  gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
    Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
    Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna  göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun' un 50. maddesinin
    (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü ‘nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan) §§ 57, 58).
    Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hallerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hallerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür  (Mehmet Doğan, § 59).
    Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi ve uğradığı zararın tazminine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
    Anayasa Mahkemesi 1602 sayılı mülga Kanun'un katı bir şekilde yorumlanması sonucu davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
    Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu  sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
    Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
    Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekalet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
    1. HÜKÜM
    Açıklanan gerekçelerle;
    1. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal  edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUGUNA,
    2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİGİNE,
    3. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere -Anayasa'nın geçici 21.  maddesinin  birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari yargı merciine GÖNDERİLMESİNE (AYİM İkinci Dairesinin 4/11/2015 tarihli ve  E.2015/318,  K.2015/2082 sayılı kararı),
    4. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
    5. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekalet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
    6. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun  Hazine  ve  Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması halinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
    7. Kararın bir ömegının Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/2/2019 tarihinde OYBİRLİGİYLE karar verildi.

© 2019 - ÇALIŞMA VE TOPLUM DERGİSİ