• AB Ülkeleri ve Türkiye’de Gelir Eşitsizliği: Piyasa Dağılımı-Yeniden Dağılım

    Aziz ÇELİK

    -İlyas KÖSTEKLİnin anısına-

     

    “Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) hava kirliliğini, sigara reklamlarını, kan gölüne dönen otoyollardaki ambulans sayısını hesaba katar. Özel kapı kilitlerimizi ve onları kıranlar için kurulan hapishaneleri sayar. Kızılağaçların yok oluşunu ve Superior gölünün ölümünü kapsar. GSMH, napalm üretimi, füzeler ve savaş başlıkları ile büyür. Ama ailelerimizin sağlığını, çocuklarımızın eğitim kalitesini, oyunlarındaki neşesini hesaba katmaz. Fabrikaların insanca çalışılan, sokakların huzurla dolaşılan yerler olmasına aynı şekilde kayıtsızdır. Kısaca; GSMH her şeyin hesabını tutar, hayatı anlamlı kılanlar hariç…” Robert Kennedy1 

     

    Aziz ÇELİK

    I. Piyasanın Dizginlenmesi ve Gelirin Yeniden Dağılımı

    Çalışma ve Toplum, 2004/3

    Toplumsal sınıflar ve bireyler arasındaki gelir uçurumu ve eşitsizliğine her çağda rastlanmasına karşın, gelir adaleti, gelir eşitsizliği ve yoksulluk sorunları sanayileşme ve kapitalist piyasa ile birlikte özel bir önem kazanmıştır. Geleneksel pre-kapitalist ekonomilerin geçimlik karakteri ve üretimin toprağa dayalı olması, yaratılan zenginliği sınırlamaktaydı. Geleneksel ekonomide, topraktan gelen zenginliği elinde bulunduranlar ile siyasal gücü elinde bulunduranlar; siyasi güç sahibi ile iktisadi güç sahibi birbirinden ayrılmıyordu2. Diğer bir deyişle zenginliğin belirli ellerde toplanması, gelir eşitsizliği esas olarak ekonomi dışı zora dayalı idi. Geçimlik ekonomi bölüşüm sorununun ölçeğini küçültürken, topluluğun iç dayanışması da yoksulluk sorununu hafifletiyor ve bir tür yeniden dağıtım işlevi görüyordu. Karl Polanyi, “geleneksel ve piyasa öncesi toplumların, geçim sınırında yaşayan toplulukların hiç birinde bireyin açlıktan öldüğü görülmez” saptamasını yapmakta ve piyasa öncesi geleneksel toplumun topyekûn kendisi bir tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça, tek tek mensuplarını koruyup kolladığını ve bu durumun 16. Yüzyıl Avrupası’na kadar hemen hemen bütün toplum düzenleri için geçerli olduğunu yazmaktadır3. Ancak kapitalist piyasa, devasa zenginlik yanında devasa eşitsizlik yaratan karakteri ile geleneksel ekonomik yapılardan ayrılmaktadır.

    A. Liberalizm ve Gelirin Yeniden Dağılımına Kayıtsızlık

    Gelirin sınıfsal dağılımı ve yeniden dağılımı politik iktisadın en önemli sorunu olmuştur. David Ricardo ve Karl Marx gelirin sınıfsal dağılımı konusuna çalışmalarında geniş yer ayırmışlardır. Ricardo’ya göre politik iktisadın temel konusu A. Smith’in sandığı gibi zenginliğin kaynağı ve içeriği değil, yaratılan değerin üretime katılanlar arasında paylaşımı sorunudur4.

    Smith’e göre, bireylerin kişisel çıkarları ve hırsları, onları doğal olarak kaynaklarını topluma en yararlı şekilde kullanmaya yöneltir. Eğer belirli bir alana fazla yatırım yaparlarsa, bu alandaki kârlarda yaşanacak düşüş ve başka alanlardaki kârlılık artışı onları derhal bu yanlış tercihlerini düzeltmeye yönlendirir. Böylece, herhangi bir yasal/siyasal müdahale olmaksızın, bireylerin kişisel menfaat ve hırsları, o toplumda var olan sermayenin, bütün toplumun çıkarlarıyla uyumlu bir biçimde kullanımına yol açar5. Devlet, kapitalist piyasanın düzgün işlemesini sağlayacak bir hukuk düzeni kurmalı ve güvenliği sağlamalıdır. Klasik iktisadın devlete biçtiği görev, kurulu düzenin devamı için bir tür gece bekçiliği yapmaktır. Smith, gelir dağılımına da gelirin yeniden dağılımına da kayıtsızdır.

    Klasik iktisadın diğer kurucusu kabul edilen Ricardo ise gelir dağılımına özel bir önem vermektedir. Ricardo, “Politik İktisadın ve Vergilendirmenin İlkeleri hakkında” (On the Principles of Political Economy and Taxation, 1817) adlı ünlü eserine “emek, araç-gereç ve sermayenin bir araya getirilmesiyle yeryüzünün yüzeyinden elde edilen bütün ürünler toplumun üç sınıfı; toprak sahipleri, sermaye sahipleri ve emekçiler arasında paylaşılır” cümlesiyle başlar. Ricardo’ya göre, “toplumun farklı aşamalarında rant, kâr ve ücret olarak bu üç sınıfın üretimden elde edeceği pay toprağın verimliliğine, sermaye ve nüfus birikimine, tarımda kullanılan beceri ve araç gerece bağlı olarak değişecektir”. Bu dağılımı düzenleyen yasaları saptamak politik iktisadın temel sorunudur”6. Ricardo, emeği de herhangi bir mal olarak kabul etmiş ve fiyatının da herhangi bir mal gibi belirlenmesini savunmuştur. Ricardo’nun gelir dağılımı yaklaşımına göre bu üç gelirin sahipleri birbiriyle uyuşmazlık halindedir ve ücret ile kâr gelirleri birbirine ters orantılıdır. Ricardo, ücret seviyesinin emeğin doğal fiyatı ile piyasa fiyatı arasındaki dalgalanmayla; açık ve serbest bir ortamda asla yasal bir engelle karşılaşmaksızın piyasada oluşmasını savunur ve bu nedenle yoksullara yardım eden bütün yasalara karşı çıkar7. Gelir dağılımı ile ilgilenmesi Ricardo’yu, gelirin yeniden dağılımı ve kamusal düzenlemeler fikrine yöneltmemiştir8.

    Klasik iktisatçılar, ücret artışlarının (gelir paylaşımının) doğal bir mekanizma sonucunda, işgücü arzının artışına ve azalışına bağlı olarak ya da bir ücret fonu çerçevesinde oluştuğunu ve bu nedenle de ücretleri hükümetlerin ya da sendikaların gayretleriyle doğal düzeyin ya da fon miktarının üzerine çıkarmanın bu dengeyi bozacağını ve hatta ücretleri daha da düşürücü sonuçlar doğuracağını savunarak9 gelir eşitsizliğine müdahale edilmesine karşı çıkmışlardır.

    Gelir eşitsizliğine ve gelirin sınıfsal dağılımına ilişkin Marx’ın temel yaklaşımı artık-değer teorisidir. Marx, ücretin emeğin değil ama emek-gücünün karşılığı olduğunu ve işgücüne ödenen değerin, bu işgücü tarafından yaratılan değerin altında olduğunu belirtir. Marx’a göre kapitalist birikimin ve eşitsizliğin kökeninde bu ilişki yatar. Marx, kapitalist meta üretiminin para-meta-para döngüsü olarak ortaya çıktığını, döngüye giren para ile çıkan paranın farklı olduğunu vurgular ve bu farkı artık-değer olarak niteler10. Marx’a göre emek gücünün değeri işçiyi yaşatacak kadar gerekli olan malların ya da geçim araçlarının değeridir11. Bununla birlikte Marx, emek-gücünün değerini bütün diğer metaların değerinden ayırt eden bir noktaya dikkat çeker: Emek gücünün, tarihsel ya da toplumsal değeri. Marx bir ülkedeki yaşam düzeyinin ve toplumsal koşulların ücretleri fiziksel sınırından uzaklaştırdığını belirtir. Bu noktada, ücret düzeyinin bir dışsal değişkene, gelir dağılımı mücadelesine bağlı olarak ele alınması sorunuyla karşı karşıya geliyoruz12. Marx’a göre kâr oranlarının fiili ölçüsü, diğer bir deyişle ücret düzeyi sermaye ile emek arasında kesintisiz bir mücadele ile belirlenir. Marx, adil bir işgünü karşılığında adil bir ücret talebini tutucu bulmasına ve ücret sisteminin kaldırılması talebini yeğlemesine karşın, gelir bölüşümü mücadelesinin önemine dikkat çeker13.

    Marx, klasik iktisatçıların ücret düzeyine ilişkin yaklaşımlarını eleştirerek yedek sanayi ordusu kavramını kullanır ve işgücünün değerinin en az geçim düzeyinde oluşmasının nedeni olarak rekabeti görür. Kapitalist üretim, doğal nüfus artış oranının sağladığı kullanıma hazır iş gücü oranıyla yetinmez; ücretlerin ve çalışma koşullarının belirlenmesinde rahatça at oynatabilmek için bu doğal sınırlar dışında yedek bir sanayi ordusuna ihtiyaç duyar14. Yedek sanayi ordusu işgücünün fiyatını aşağıya çeker ve emekçiler minimum ücret düzeyinde çalışmayı kabul ederler. Oysa Ricardo ve Malthus’a göre işsizlikten ve dolayısıyla ücretlerin düşüklüğünden, nüfus artışı bir diğer deyişle işçilerin kendisi sorumludur15.

    B. Piyasanın Çöküşü ve Kamu Müdahalesi

    19 yüzyıl boyunca uygulanan ve piyasaya müdahaleyi reddeden bırakınız yapsınlar yaklaşımının iki dünya savaşı ve 1929 büyük bunalımı ile birlikte çökmesi, devletin ekonomiye müdahale etmesine ve böylece tam istihdam ile yeniden dağılımı sağlamasına yönelik görüşlere güç kazandırdı. Kapitalist ekonominin devlet tarafından düzenlenmesini esas alan Keynes, 1929 iktisadi bunalımının yeniden ortaya çıkışını engelleyecek makroekonomik araçlar üretti ve devletin ekonomiyi soğutmak ve ısıtmak için harcamaları artırıp, azaltması gerektiğini savundu16. Keynes, tam istihdamın kendi kendini düzenleyen bir mekanizma tarafından sağlanabileceği düşüncesini reddederek, hükümetin geleneksel işlevlerinin büyük ölçüde genişletilmesini savunmaktaydı17. Keynes’in devletin rolüne ilişkin ortaya koyduğu fikirlerin hayata geçmesi ancak 2. Dünya Savaşından sonra gerçekleşti.

    Piyasanın dizginlenmesi ve toplumsal denetim altına alınmasına vurgu yapan Polanyi, piyasa ve onu sınırlamaya yönelik karşıt hareketleri modern toplum dinamiklerinin çift yönlü hareketi olarak nitelendiriyordu. “Bir yüzyıl boyunca modern toplumun dinamikleri çift yönlü bir hareket tarafından yönetildi: Piyasa sürekli genişledi, ama bu genişleme hareketi ona belirli yönlerde gem vuran bir karşı hareketi beraberinde getirdi.18 Polanyi, çift yönlü hareketi iki düzenleyici ilkenin mücadelesi olarak tanımladı. Birinci düzenleyici ilke ekonomik liberalizm (laissez-faire) idi ve kendi kurallarına göre işleyen bir piyasanın kurulması amacına yönelmişti. İkinci ilke ise piyasanın kendi kurallarına göre işleyişinden ve yıkıcı etkilerinden zarar görenlerin korunmasını amaçlayan sosyal koruma ilkesiydi. Sosyal koruma ilkesi, koruyucu yasal önlemler, ekonomik liberalizmi kısıtlayıcı örgütler ve çeşitli müdahale araçlarını kullanıyordu19. Gelirin yeniden paylaşımı için kamu otoritesi tarafından yapılan düzenlemeler kuşkusuz bu çerçevededir. Polanyi, sosyal korumanın temel amacının, insan emeği ile ilgili arz-talep yasalarına müdahale etmek ve insan emeğini piyasanın yörüngesinden çıkarmak olduğuna inanmaktadır20.

    C. Yeni Liberalizm ve Eşitsizliğin Kutsanması

    Piyasaya müdahale edilmesine ve onun düzenlemesine karşı çıkan görüşler klasik iktisatçılarla sınırlı değildir. Laissez-faire’in iki savaş arasında yaşadığı büyük çöküşten sonra 20. yüzyılın ikinci yarısında da benzer yaklaşımlar bu kez yeni-liberaller tarafından savunulmuştur.

    Piyasanın iki savaş arasında yaşadığı büyük çöküşe rağmen bırakınız yapsınlar yaklaşımı gücünü korudu. Liberalizmin 20. yüzyıldaki önde gelen temsilcisi olan Frederick Von Hayek, 1944’te yazdığı The Road to Serfdom, (Köleliğe Giden Yol) kitabı ile piyasaya her türlü devlet müdahalesine karşı çıktı ve piyasayı düzenlemeye yönelik müdahaleleri köleliğe doğru gidiş olarak niteledi21. Görüşlerinin hayata geçmesi 1980’lı yılları bulan Hayek, savaşın hemen ardından başlayarak devletin sosyal ödevlerine şiddetle karşı çıktı. Hayek, devletin işlevini ve müdahalesini sadece rekabetin daha iyi işlemesini sağlayacak bir hukuk düzeni kurmak olarak tanımladı ve sosyal korumacı düzenlemeleri reddetti. Hayek, net bir biçimde piyasaya dayalı ekonomik düzen içinde sosyal adalete yer olmadığını ve sosyal adaletin boş bir kavram olduğunu; sosyal adalet adına bir otorite tarafından piyasaya getirilecek yükümlülüklerin varlığı durumunda, piyasayı korumanın mümkün olmadığını ve sosyal adaletin ancak bir komuta ekonomisinde ya da merkezi olarak yönetilen bir ekonomide mümkün olduğunu ileri sürdü22. Hayek, Keynesyen makroekonomik politikalar ve açık finansman dahil, piyasaya müdahalenin her türüne düşmanca bir tutum takındı. Onun radikal yeni-liberalizmi; ekonomik planlamanın bireysel özgürlükle tamamen uyumsuz olduğu inancına dayalıdır23.

    Devletin sosyal düzenleyici rolüne karşı bir başka kökten piyasacı eleştiri ise, Milton Friedman’dan gelmiştir. Friedman, devletin rolünü; sadece piyasanın işleyişi için yasal çerçeveyi sağlamak ve hakem olmak şeklinde tanımlayarak, aralarında sosyal sigorta programları, kamunun toplu konut yapımı gibi önlemler de olmak üzere devletin sosyal harcamalarına karşı çıkmaktadır. Friedman, sendikaların işgücü tekeli yaratarak piyasanın etkinliğini ve istihdamı azalttığını ve genel olarak çalışanların gelirlerini daha da eşitsiz hale getirdiğini iddia etmektedir24.

    Liberalizm, bireylerin yasa önünde eşitliği esasına dayalıdır ve bireylerin sosyal-iktisadi farklılıklarını dikkate almaz. Hatta, yasa önünde eşitlik ilkesi ile insanlar arasında maddi anlamda eşitlik yaratmaya yönelik siyasal müdahaleler arasında tam bir zıtlık olduğu vurgulanır. Hayek, yasa önünde eşitlik ilkesinin, iktisadi eşitsizlik yarattığını kabul etmekte ancak bunun insanları mağdur eden bir eşitsizlik olmadığını savunmaktadır25. Liberal yaklaşım; eşitlikle özgürlük arasında keskin bir çelişki olduğunu ve ikisi arasında bir seçim yapılması gerektiğini savunur26.

    Gelirin yeniden dağıtılması yoluyla, gelir eşitsizliğinin azaltılması sorunu aslında piyasanın dizginlenmesi sorunudur. Liberalizm, eşitsizliğin büyümenin itici gücü olduğunu; büyümenin de yoksulluğun kökünü kazımak için en iyi yol olduğunu savunur27 Oysa dünyanın en zengin ekonomisi olan ABD dünya gelir dağılımı sıralamasında 75. sıradadır28 ve nüfusunun yüzde 17’si yoksulluk sınırının altındadır29.

    II. Gelir Eşitsizliği: Türleri, Ölçülmesi ve Yöntemsel Sorunlar

    Ekonomi ve sosyal politika yazınında “gelir dağılımı” (income distribution) kavramı yanında, artan bir biçimde “gelir eşitsizliği” (income inequality) kavramı kullanılmaktadır30. Gelirin günümüzde sınıfsal, bireysel, bölgesel ve küresel dağılımına bakıldığında eşitsizliğin bütün boyutlarıyla sürdüğü ve gelir dağılımının kendisinin aslında gelir eşitsizliği olduğu görülecektir. Bu çerçevede “gelir dağılımı” daha yansız bir anlam taşırken, “gelir eşitsizliği” kavramı gelir dağılımının eşitsiz, adaletsiz yanına vurgu yapmaktadır. Ülkemizde özellikle resmi istatistiklerde daha çok “gelir dağılımı” kavramı tercih edilmekle birlikte “gelir eşitsizliği” kavramının kullanımında da bir artış gözlenmektedir.

    Gelir eşitsizliğinin boyutlarının saptanması ve konudaki karşılaştırmalar çeşitli metodolojik sorunları beraberinde getirmektedir. Eşitsizliğin hangi düzlemde ve hangi yöntemle ölçüleceği bu sorunların başta gelenidir.

    Gelir eşitsizliğinin saptanmasında iki temel eşitsizlik türü kullanılmaktadır. Bunlardan birincisi bireysel gelir dağılımı, diğeri ise gelirin fonksiyonel/sınıfsal dağılımıdır. Sektörel, bölgesel mesleki eşitsizlikler bu iki gelir dağılımına bağlı alt türler olarak ortaya çıkmaktadır.

    Fonksiyonel ya da sınıfsal gelir eşitsizliği, gelirin sosyo-ekonomik gruplar, sosyal sınıflar arasındaki dağılımını gösterir. Bu dağılım, üretim süreci sonucunda ortaya çıkan gelirin, üretim sürecine katılan faktörler (emek, sermaye, toprak, girişim) arasındaki bölüşümünü ifade eder. Emek dışı gelirler; kâr, faiz, kira gelirleri gibi alt gruplara ayrılabileceği gibi, emek gelirleri de ücret, maaş veya yevmiye gibi alt gruplara ayrılabilmektedir. Gelirin sınıfsal dağılımı kendi içinde de bireysel bir eşitsizlik gösterir. Örneğin emek gelirleri kendi içinde, [kalifiye-kalifiye olmayan işçi, sendikalı-sendikasız işçi, beyaz yakalı-mavi yakalı işçi gelirleri] bireysel olarak önemli ölçüde farklılık gösterebilmektedir.

    Kişisel gelir eşitsizliği, gelirin bireyler ya da haneler arasındaki dağılımını ve eşitsizliğini ele alan bir türdür. Bu dağılımda kişilerin gelir düzeyleri onların sosyal/sınıfsal durumlarından bağımsız olarak ele alınır. Kişisel gelir dağılımında bireyler ya da haneler elde ettikleri gelirlerinin büyüklüğüne göre sıralanır ve bu yolla gelir eşitsizliği ölçülür. Bu yöntem ile hane halkları çeşitli dilimlere bölünerek gelir eşitsizliğinin düzeyi saptanır. En yaygın olan yöntem, hane halklarının yüzde 20’lik 5 dilime bölünmesidir. Yüzde 20’lik dilimler yanında, gelir eşitsizliği ile ilgili daha detaylı bilgiler yüzde onluk ve yüzde beşlik ve hatta yüzde birlik dilimlerle de edinilmektedir. Dilimler küçüldükçe gelir eşitsizliğine ilişkin daha çarpıcı ve bozuk sonuçlar ortaya çıkmaktadır31. Ayrıca bireysel dağılımın kendi içinde, gelirin sosyo-ekonomik gruplara, mesleklere, sektörlere, bölgelere, eğitim durumlarına göre sınıflandırılması da yapılabilmektedir. Bireysel gelir eşitsizliği araştırmaları, sınıfsal gelir eşitsizliğine ilişkin sonuçlar da vermektedir. Çünkü bu araştırmalarda hanelerin sosyal-sınıfsal durumu da saptanabilmektedir. Bireysel gelir eşitsizliğinin ölçülmesinde yaygın olarak Gini katsayısı32 kullanılmaktadır. Gini katsayısı (0) ile (1) arasında değerler almakta, (0) mutlak eşitlik (1) ise mutlak eşitsizlik anlamına gelmektedir.

    Fonksiyonel/sınıfsal gelir eşitsizliği türünün sanayi kapitalizminin başlangıç ve olgunluk aşamalarında ve bireylerin tek bir üretim faktörüne sahip oldukları koşullarda aydınlatıcı olduğu ancak günümüzde bireysel gelir eşitsizliğinin esas yöntem olarak öne çıktığı ileri sürülse de33 gelirin sınıfsal dağılımındaki eşitsizlik ve sosyal dinamiklerin belirleyici rolü varlığını sürdürmektedir. Sınıfsal, sosyal içeriği olmayan bireysel gelir eşitsizliği araştırmaları “kimlerin, neden gelirden daha az pay aldığı” sorusunun yanıtını vermeyecektir. Fonksiyonel gelir eşitsizliği makro düzeyde bir sorun iken, bireysel gelir eşitsizliği mikro düzeyde (hanehalkı) bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bölüşüm ilişkilerini toplumsal sınıflarla ilgili kavramsal bir çerçeve kullanmadan çözümlememiz olanaksız gözüküyor. Mikro çözümlemeler, makro çözümlemelerin yetersiz kaldığı pek çok ayrıntının ortaya çıkmasında önem taşıyor34. Bireysel ve sınıfsal gelir eşitsizliği ölçümleri birbirinin yerine değil birbirini tamamlayıcı analiz türleri olarak ele alınmalıdır.

    Gelir eşitsizliği araştırmalarında önemli sorunlardan bir diğeri de verilerin karşılaştırılmasında yaşanan zorluklardır. Araştırmalarda kullanılan farklı yöntemler, araştırma ölçeğinin farklılığı, ülkeler arası farklılıklar, düzenli veri serilerinin bulunamayışı, gelir eşitsizliğine ilişkin verilerin karşılaştırmasında dikkatli olmayı gerektirmektedir. Örneğin; harcama yoluyla elde edilen Gini katsayısı ile gelir yoluyla elde edilen Gini katsayısı farklı olabilmekte ve yine Milli Gelir hesabına dayalı gelir eşitsizliği verileri ile anket temelli gelir eşitsizliği verileri oldukça farklı sonuçlar verebilmektedir. Öte yandan araştırmaya temel alınan yılın özellikleri ve araştırma ölçeği de sonuçları etkilemektedir. Ekonomik kriz ya da doğal felaket yaşanan bir dönemin gelir eşitsizliği ile bu dönemi takip eden bir büyüme döneminin gelir eşitsizliği karşılaştırmaları aydınlatıcı olmamaktadır.

    III. Küresel Gelir Eşitsizliği

    Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası gibi örgütlerin etrafında oluşan protestolar; esas olarak dünya ekonomisinin daha adaletsiz hale gelmekte olduğu, küreselleşme ile birlikte zengin ve yoksul ülkeler arasında artan eşitsizliğin ülkelerin kendi içinde de eşitsizliği artırdığı kaygılarından kaynaklanmaktadır35. Küresel gelir eşitsizliği tablosu bu kaygıların hiç de haksız olmadığını bütün çıplaklığı ile göstermektedir.

    Küresel gelir eşitsizliği, gelirin dünyanın zengin ve yoksul ülkeleri ile bölgeler arasındaki dağılımının çarpıklığını ortaya koyan bir ölçüttür. BM Kalkınma Programı (UNDP) İnsani Gelişme Raporu (Human Development Report) ve Dünya Bankası raporları küresel gelir eşitsizliğine dair etraflı veriler içermektedir.

    Küresel gelir eşitsizliğinde ülkeler kişi başına GSHM esas alınarak düşük, orta ve yüksek gelir düzeyine sahip ülkeler olarak tasnif edilmektedir. 1996 yılında 210 ülkenin 63’ü kişi başına 785 dolar ve daha az ortalama yıllık gelire sahipti ve düşük gelir grubunda yer alan bu ülkelerin dünya nüfusu içindeki payı yüzde 56.2 idi. Bu ülkelerin dünya gelirinden aldıkları pay sadece 5.4, buna karşılık dünya nüfusunun yüzde 15.6’sını oluşturan yüksek gelir grubu ülkelerinin dünya gelirindeki payı ise yüzde 80.6 idi. Bir diğer ifade ile düşük gelir grubu ülkeleri kişi başına ortalama 500 dolar yıllık gelire sahip iken, yüksek gelir grubu ülkeleri kişi başına ortalama 26 bin dolar yıllık gelire sahipti36. Dünya Bankası 2003 verilerine göre bu eşitsizlik devam etmektedir: Yüksek gelir grubunda yer alan ülkelerin nüfus payı 15.6, gelirden aldıkları pay ise 80.7’dir (Tablo 1). Dünya nüfusunun yüzde 85’i ise dünya gelirinin yüzde 19’unu elde etmektedir.

     

    Tablo 1: Küresel Gelir Eşitsizliği (2003)

     

    Ülkenin Gelir Grubu

    Toplam Nüfus

    Nüfus %

    Toplam GSMH ($)

    Gelir Payı

    Kişi Başına GSHM ($)

    Düşük Gelir

    2.500.000.000

    40,6%

    1.075.000.000.000

    3,4%

    430

    Orta Gelir

    2.700.000.000

    43,8%

    5.022.000.000.000

    15,9%

    1860

    Yüksek Gelir

    960.000.000

    15,6%

    25.449.600.000.000

    80,7%

    26510

    Toplam

    6.160.000.000

    100

    31.546.600.000.000

    100

    5121

    Kaynak: World Bank Atlas, 2003, s.8. www.worldbank.org (Erişim: 30 Eylül 2004)

     

    Tablo 2, Gini katsayısı türünden değişik gelişmişlik düzeylerine sahip ülkeler arası gelir eşitsizliğini, gelir eşitsizliğinin zaman içinde değişimini ve büyüme ile ilişkisini ortaya koymaktadır. Tablo’da Gini katsayısı; 0,25’ler (Norveç, İsveç, Belçika) ile 0,60’lar (Brezilya, Kolombiya) arasında salınmaktadır. Tablonun en çarpıcı sonucu, Gini katsayısı esas alındığında gelir eşitsizliğinin son yıllarda artma eğilimi taşıdığıdır. Tablonun bir diğer sonucu ise, ekonomik gelişmenin gelir eşitsizliğini azaltıcı yönde doğrudan bir etkisinin olmadığıdır. En yüksek kişi başına GSMH’ye sahip ülke olan ve İnsani Gelişme İndeksi37 (Human Development Index) sıralamasında 8. sırada yer alan ABD Gini katsayısı sıralamasında yukarıdan aşağıya 75. sırada yer almaktadır38. Tablo 2’nin bir başka çarpıcı yanı ise, kişi başına milli gelirin 487 dolar olduğu Hindistan’ın gelir eşitsizliğinin, ABD’ye göre daha az olmasıdır. Kişi başına GSMH artışı (ekonomik büyüme) ile gelir eşitsizliğinin giderilmesi arasında doğrudan bir bağlantı olmadığı tablodan net bir biçimde gözükmektedir. GSMH’nin dönem içinde önemli ölçüde arttığı pek çok ülkede, gelir dağılımı iyileşmemiş tam tersine bozulmuştur. Piyasa mekanizması üzerinde düzenleme ve denetimin azalması, gelir eşitsizliğini daha da artırıcı bir rol oynamaktadır.

    Tablo 2: Küresel Gelir Eşitsizliğinde Eğilimler ve Büyüme

    (Gini Katsayısı ve Kişi Başına GSMH)

     

    Ülke

    Araştırma Yılı

    Gini indeksi

    Kişi Başına GSMH($)(*)

     

    Ülke

    Araştırma Yılı

    Gini indeksi

    Kişi Başına GSMH($) (*)

    ABD

    1986

    0,34

    17.480

     

    İrlanda

    1987

    0,33

    6.120

    ABD

    2000

    0,41

    36.006

     

    İrlanda

    1996

    0,36

    30.982

    Almanya

    1984

    0,25

    11.130

     

    İsveç

    1987

    0,22

    15.550

    Almanya

    2000

    0,28

    24.051

     

    İsveç

    2000

    0,25

    26.929

    Avustralya

    1985

    0,3

    10.830

     

    İsviçre

    1982

    0,32

    17.010

    Avustralya

    1994

    0,35

    20.822

     

    İsviçre

    1992

    0,33

    36.687

    Bangladeş

    1992

    0,28

    220

     

    İtalya

    1986

    0,31

    8.550

    Bangladeş

    2000

    0,32

    351

     

    İtalya

    2000

    0,36

    20.528

    Belçika

    1988

    0,23

    14.490

     

    Kanada

    1987

    0,29

    15.160

    Belçika

    1996

    0,25

    23.749

     

    Kanada

    1998

    0,33

    22.777

    Brezilya

    1989

    0,63

    2.540

     

    Kolombiya

    1991

    0,51

    1.260

    Brezilya

    1998

    0,59

    2.593

     

    Kolombiya

    1999

    0,58

    1.850

    Çin

    1992

    0,38

    470

     

    Malezya

    1989

    0,48

    2.160

    Çin

    2001

    0,45

    989

     

    Malezya

    1997

    0,49

    3.905

    Endonezya

    1993

    0,32

    740

     

    Mısır

    1991

    0,32

    610

    Endonezya

    2002

    0,34

    817

     

    Mısır

    1999

    0,34

    1.354

    Finlandiya

    1987

    0,21

    14.470

     

    Norveç

    1986

    0,23

    15.400

    Finlandiya

    2000

    0,27

    25.295

     

    Norveç

    2000

    0,26

    41.974

    Fransa

    1984

    0,3

    9.760

     

    Polonya

    1992

    0,27

    1.910

    Fransa

    1995

    0,33

    24.061

     

    Polonya

    1999

    0,32

    4.894

    Hindistan

    1992

    0,34

    310

     

    Tunus

    1990

    0,4

    1.440

    Hindistan

    1999/2000

    0,33

    487

     

    Tunus

    2000

    0,4

    2.149

    Hollanda

    1987

    0,27

    11.860

     

    Türkiye

    1987

    0,43

    1.210

    Hollanda

    1994

    0,33

    25.886

     

    Türkiye (**)

    2003

    0,42

    2.638

    İngiltere

    1986

    0,3

    8.870

     

    Venezüella

    1990

    0,54

    2.560

    İngiltere

    1999

    0,36

    26.444

     

    Venezüella

    1998

    0,49

    3.760

    Kaynak: DPT, 8. 5 Yıllık Kalkınma Planı, Gelir Dağılımının İyileştirilmesi ve Yoksullukla Mücadele Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 2001; HDR 2004,

    (*) Kişi Başına GSMH ikinci sıra ülke verileri HDR 2004’ten alınmıştır ve 2002 yılını yansıtmaktadır.

    (**) DİE 2003 Gini katsayısı esas alınmıştır.

     

    Küresel gelir eşitsizliği, Gini katsayısı yanında en alt ve en üst gelir dilimleri arasındaki eşitsizlik açısından da ele alınabilir. Gini katsayısı nüfusun tümü için bir gelir eşitsizliği ortalaması verirken, dilimler arası karşılaştırma yöntemi, alt ve üst dilimler arasındaki farkı ve gelir uçurumun boyutunu gösterir. Gini katsayısı ortalama gelirden her iki yönde de uzakta olan gelirler arasındaki transferlere daha az duyarlı olduğu için39 Gini katsayısı ile tam olarak gözükmeyen eşitsizlikler alt/üst dilimler arasındaki fark ile görülebilir (Tablo 3). En yoksul ve en zengin yüzde 20’lik dilimler arasında, Batı ve Kuzey Avrupa ülkelerindeki 4 kat civarında bir fark görülürken, İngiltere’de 7.2, Avustralya’da 7, ABD’de 8.5 kat fark vardır. Refah devleti uygulamalarının güçlü olduğu Kıta Avrupası ülkelerinde zengin-yoksul makası (en alt-en üst) daralırken, neo-liberal iktisat politikaların etkili olduğu Anglo-Saxon ülkelerinde bu fark artmaktadır. Zengin-yoksul farkı Türkiye’de 8.1, yeni liberal politikaların yaygın bir uygulama alanı bulduğu ülkelerden olan Arjantin’de 18.2 kat ve Brezilya’da 32 kata kadar ulaşmaktadır. Tablo 3 İngiltere ve ABD’de alt ve üst gelir grupları arasında gelir farkının giderek büyüdüğünü göstermektedir.

     

    Tablo 3: Küresel Gelir Eşitsizliğinde Değişim (Zengin-Yoksul Farkı)

     

     

    Araştırma Yılı

    En Yoksul %20’nin Payı (%)

    En Zengin %20’nin Payı (%)

    Zengin %20’nin Yoksul % 20’ye Oranı

    Macaristan

    1999

    7,7

    37,5

    4,9

     

    1982

    6,9

    35,8

    5,2

    Danimarka

    1997

    8,3

    35,8

    4,3

     

    1981

    5,4

    38,6

    7,1

    Japonya

    1993

    10,6

    35,7

    3,4

     

    1979

    8,7

    37,5

    4,3

    İsveç

    2000

    9,1

    36,6

    4

     

    1981

    7,4

    41,7

    5,6

    Belçika

    1996

    8,3

    37,3

    4,5

     

    1978-79

    7,9

    36

    4,6

    Norveç

    2000

    9,6

    37,2

    3,9

     

    1982

    6

    38,2

    6,4

    Finlandiya

    2000

    9,6

    36,7

    3,8

     

    1981

    6,3

    37,6

    6

    Almanya

    2000

    8,5

    36,9

    4,3

     

    1978 (Fed. A)

    7,9

    39,5

    5

    Güney Kore

    1998

    7,9

    37,5

    4,7

     

    1976

    5,7

    45,3

    7,9

    İspanya

    1990

    7,5

    40,3

    5,4

     

    1980-81

    6,9

    40

    5,8

    Hollanda

    1994

    7,3

    40,1

    5,5

     

    1981

    6,9

    35,8

    5,2

    Fransa

    1995

    7,2

    40,2

    5,6

     

    1975

    5,5

    42,2

    7,7

    İsviçre

    1992

    6,9

    40,3

    5,8

     

    1978

    6,6

    38

    5,8

    Kanada

    1998

    7

    40,4

    5,8

     

    1981

    5,3

    40

    7,5

    Avustralya

    1994

    5,9

    41,3

    7

     

    1975-76

    5,4

    47,1

    8,7

    İtalya

    2000

    6,5

    42

    6,5

     

    1977

    6,2

    43,9

    7,1

    İngiltere

    1999

    6,1

    44

    7,2

     

    1979

    7

    39,7

    5,7

    Yeni Zelanda

    1997

    6,4

    43,8

    6,8

     

    1981-82

    5,1

    44,7

    8,8

    Portekiz

    1997

    5,8

    45,9

    7,9

     

    1975-76

    7

    49,4

    7,1

    Türkiye

    2000

    6,1

    46,7

    7,7

     

    1973

    3,5

    56,5

    16,1

    ABD

    2000

    5,4

    45,8

    8,5

     

    1979

    5,3

    39,9

    7,5

    Arjantin

    2001

    3,1

    56,4

    18,2

     

    1970

    4,4

    50,3

    11,4

    Meksika

    2000

    3,1

    59,1

    19,1

     

    1977

    2,9

    57,7

    19,9

    Brezilya

    1998

    2

    64,4

    32,2

     

    1972

    2

    66,6

    33,3

     

    Kaynak: Petrol-İş Yıllık 88, Haz. İlyas Köstekli, İstanbul, 1988, s.243-244;

    Human Development Report 2004.

     

    Küreselleşmenin baskın karakteri; sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ve mali kontrollerin azalması olarak öne çıkmakta, sermayenin bu küresel seyahati karşısında emek ulusal sınırlara hapsedilmekte ve birbirine rakip olmakta; “ulusal” ve giderek artan bir biçimde ulusçulaşan işçi sınıfları “sermaye enternasyonali” ile karşı karşıya kalmaktadır. Böylece günümüzde, 19. yüzyılın ve 20. yüzyıl başlarının sınıf haritası tersine dönmektedir40. Bu durum, küresel eşitsizliğin mağdurlarının, küresel adalet için ortak çaba harcamasını zayıflatan bir ironi olarak çözüm beklemektedir.

    Küresel eşitsizliğin bir başka ironisi ise artan küreselleşmenin daha fazla kamusal müdahale ve harcama gerektirmesidir. Ekonomilerin dışa açılmasının -dış şoklara ve etkilere daha fazla maruz kalmasının- bunların yaratacağı olumsuzlukları gidermek için kamu harcamalarının artırılmasına yol açacağı; ekonomide açıklık ile kamu harcamalarının artması arasında açık bir bağ olduğu dile getirilmektedir41.

    Küresel piyasa, gelirin yeniden dağılımı için kamusal müdahalelerin artırılması zorunluluğunu beraberinde getirmektedir. Bu durum, küreselleşme koşullarında devletin yeniden dağıtıcı ve sosyal rolünü daha da artırmaktadır. Küreselleşmenin tehdidi altındaki ulus-devlet, bir yandan sosyal müdahalesine daha fazla ihtiyaç duyulan bir yapı, bir yandan da zayıflayan bir yapı olarak ciddi bir gerilim alanı haline gelmektedir.

     

    IV. Türkiyede Gelir Eşitsizliğinin Boyutları ve DİE verileri

    A. DİE Gelir Dağılımı Anketlerinin Bulguları

    Ülkemizdeki gelir eşitsizliğinin düzelmekte olduğu iddialarına son zamanlarda giderek daha fazla rastlanmakta, 2002 ve 2003 yıllarında yapılan Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) Gelir dağılımı anketlerinin sonucuna göre, gelir eşitsizliğinin azaldığı iddia edilmektedir. DPT, 2001 krizi sonrası uygulanmakta olan istikrar programının özellikle yoksulluk ve gelir eşitsizliğini artırıcı yönde etkileri olabileceği uyarısını yaparken42, DİE anketleri bunun tersi sonuçları kamuoyuna aktarmaktadır.

    DİE tarafından yapılan 2003 Hanehalkı Bütçe Anketi43, Gelir dağılımı makası daraldı başlığıyla duyuruldu44. Benzer değerlendirmeler 2003 yılında açıklanan “2002 Hanehalkı Bütçe Anketi” hakkında da dile getirilmişti45.

    DİE, 2002 Hanehalkı Bütçe Anketi sonuçlarını açıklarken “gelir dağılımının düzelme içine girdiği” iddiasında bulundu46 ve araştırmanın sonuçları için DİE Başkanı şu görüşleri dile getirdi:

    “Konuyla ilgili olarak Milliyet'e konuşan Demir, “Çıkan sonuçlar ilk etapta bizi de şaşırttı, sürpriz geldi. Ama tekrar tekrar kontrol ettik. Tahminlerimizde hata yok” diyerek; anket sonuçları için esprili bir şekilde, “Bir - iki kriz daha yaşansa gelir dağılımı daha da adaletli hale gelecek47” dedi.

    Araştırmaya göre bireysel gelir eşitsizliği göstergesi olan Gini katsayısı 0.49’dan 0.44’e geriledi. 2002 gelir dağılımı anketinin sonucuna göre:

    “Toplam kullanılabilir gelirden en az pay alan birinci %20'lik grubun, toplam gelir içindeki payı artarken, gelirden en fazla pay alan beşinci %20'lik grubun toplam gelir içindeki payı azaldı, Gelir dağılımı, 1994 yılına göre düzelme eğilimi içine girdi, Maaş ve ücret gelirlerinin toplam gelirden aldığı pay artarken, müteşebbis gelirlerin aldığı pay geriledi,”48

    Benzer iyimser tablo 2003 Hanehalkı Bütçe Anketi sonucunda da çizildi. Anket sonuçlarına göre 2002 yılında 0.44 olan Gini katsayısının 2003 yılında 0.42’ye gerilediği ileri sürülmektedir.

    “2002 yılında beşinci %20'lik dilimde yer alan hanehalkları, birinci %20'lik dilimde yer alan hanehalklarının yaklaşık 9.4 katı gelir elde ederken, bu 2003 yılında 8.1 kata düşmüştür”.49

    DİE araştırmalarına göre 1987 yılından bu yana gelirin bireysel dağılımı, (hane halkı açısından dağılımı) Tablo 4’teki gibi gerçekleşmiştir. 1987’de nüfusun en zengin yüzde 20’si en yoksul yüzde 20’nin 9.6 katı gelir elde ederken, 2003 araştırmasına göre 8.1 kat fazla gelir elde etmiştir. Özellikle 1994 anketi ile karşılaştırıldığında 2003 anketi belirgin bir iyileşme sergilemektedir. Ancak 1994 ve 2002 anketlerinin karşılaştırması dönemsel özellikleri nedeniyle eleştirilmektedir.

    “Devlet İstatistik Enstitüsü ciddi bir devlet kuruluşudur. Çalışanları işlerinin uzmanı ve iyi niyetli kişilerdir. Ancak 2002 yılı hane halkı bütçe anketi ile bulunan sonuçlar "makul/akla yakın" görülmüyor. Bunun nedenleri şunlar olabilir:

    1994 yılı ekonomide “kriz” yılı idi. Ekonomi yüzde 6.1 oranında küçülmüştü. 2002 yılı ekonomide “büyüme” yılı idi. Ekonomi yüzde 7.8 oranında büyümüştü. Kriz ve büyüme yıllarında halkın geliri de, halkın tüketim kalıpları da değişir. 1994 ile 2002 yılının karşılaştırılması sağlıklı olamaz50

     

    Tablo 4: DİE Anketlerine Göre Bireysel Gelir Dağılımı (1987-2003)

     

    Yüzde 20'lik Dilimler

    (Yoksuldan Zengine Doğru)

    1987

    1994

    2002

    2003

    Birinci %20

    5,2

    4,9

    5,3

    6

    İkinci %20

    9,6

    8,6

    9,8

    10,3

    Üçüncü %20

    14,1

    12,6

    14

    14,5

    Dördüncü %20

    21,2

    19

    20,8

    20,9

    Beşinci %20

    49,9

    54,9

    50,1

    48,3

    Beşinci %20’nin

    Birinci %20’ye oranı

    9,6

    11,2

    9,5

    8,1

    Gini Katsayısı

    0,44

    0,49

    0,44

    0,42

    Kaynak: DİE

    B. DİE Araştırmalarının Sorunlu Yanları

    DİE gelir dağılımı anketleri kapsam, yöntem ve karşılaştırılabilirlik açısından önemli sorunlar içermektedir. 1994, 2002 ve 2003 anketlerinin karşılaştırılmasında anket kapsamı önemli bir sorun olarak gözükmektedir. 1987 anketi 26.400, 1994 anketi 26.256 hane halkını kapsarken, 2002 anketi 9.600, 2003 anketi ise 25.920 hane halkını kapsamıştır. 1994-2002 ve 2002-2003 anketleri kapsam açısından karşılaştırma sorunları içermektedir.

    “1994 yılı araştırmasında 26.256 örnek aileye ulaşılmıştı. 2002 yılı araştırması 9.600 aileyi kapsıyor. Bütün bunlar nedeniyle 1994 yılı rakamlarıyla 2002 yılı rakamlarını karşılaştırmak, 2002 yılında ‘çok şey iyiye gitmiş/çok şey düzelmiş’ demek doğru olamaz.51

    Diğer bir yöntemsel sorun ise “anket ile saptanan kullanılabilir gelirin”, “gerçek kullanılabilir gelire” oranıdır. Bunun önemi anket çalışması sırasında hane halkının gerçek kullanılabilir gelirinin ne kadarının saptanabildiğidir. Hanehalkının özellikle vergilendirilmemiş gelirini saklama eğilimi içinde olması nedeniyle, anketlerin kullanılabilir gelirin ne kadarını saptayabildiği büyük önem taşımaktadır.

    Kullanılabilir gelir iki yolla saptanmaktadır: milli gelir hesaplamasına dayalı olarak ve anket yoluyla. Kullanılabilir gelirin Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) üzerinden hesaplanması gelir yoluyla hesaplama yöntemine dayalıdır. Gelir yoluyla milli gelir hesaplaması sonucunda faktör gelirlerine (ücret-maaş, kâr, faiz, rant) göre gelirin dağılımı ve faktörlerin kullanılabilir geliri ortaya çıkar. Bu hesaplamada işgücü ödemeleri ile işletme artığı (tarım ve tarım dışı) yer alır. Gelir yoluyla GSYİH hesaplanması sonucunda kullanılabilir gelir ortaya çıkar. Kullanılabilir gelirin miktarı ve dağılımı, gelir dağılımı anketleri yoluyla da hesaplanabilir.

    Gelir dağılımı anketleri ile ortaya çıkan kullanılabilir gelir ile GSYİH hesaplaması sonucu ortaya çıkan kullanılabilir gelirin birbirine oranı gelir dağılımı anketlerinin sağlıklılığı açısından büyük önem taşımaktadır. İki farklı yöntemle saptanan kullanılabilir gelir arasında büyük farklar olması anket sonuçlarını tartışmalı hale getirecektir. Örneğin 2002 gelir dağılımı anketinde 86 katrilyon TL tutarında, 2003 araştırmasında ise 110 katrilyon TL tutarında bir gelir anketlere yansımamıştır. DİE başkanı bu konuda şu görüşleri dile getirmiştir52.

    “Katılımcı sayısının yeterli olduğunu, kişilerin gelirlerini saklama gibi bir eğilim içinde bulunduklarını ima edecek bir bulguya rastlanmadığını söyleyen Demir, ‘Biz ankete katılanlara beyanlarının ne vergi ne de başka bir konuyla ilişkilendirilmeyeceği güvencesini veriyoruz’ dedi. Demir, Eylülde açıklanan GSMH rakamlarıyla kullanılabilir gelir arasındaki 77 katrilyonluk farkı ise ‘Tüm dünyada böyle bir fark çıkar. Bu tolere edilebilir’ diye niteledi”.

    Oysa, OECD standartlarına göre, anket yoluyla saptanan kullanılabilir gelirin gerçek kullanılabilir gelire oranı yüzde 90 üzerinde gerçekleşirse bu oran ‘iyi’, yüzde 70-89 arası olursa ‘ılımlı’, yüzde 70’ın altında gerçekleşir ise ‘tartışmalı’ olarak kabul edilmektedir53. Dolayısıyla DİE anketleri tolere edilmesi güç farklar içermekte ve bu nedenle ulaştığı sonuçlar tartışmalı olmaktadır.

     

    Tablo 5: Kullanılabilir Gelire İlişkin Çelişkili Veriler

     

     

    Gelir Yöntemiyle GSYİH

    Kullanılabilir Gerçek Gelirin GSYİH’ye Oranı

    Anketlere Göre Kullanılabilir Gelirin GSYİH’ye Oranı

    Anketlerin Saptadığı Kullanılabilir Gelirin Gerçek Kullanılabilir Gelire Oranı

    OECD Standardına Göre

    1987

    100

    83,0%

    70,0%

    84,3%

    ılımlı

    1994

    100

    84,6%

    57,1%

    67,5%

    tartışmalı

    2002

    100

    79,3%

    48,2%

    60,8%

    tartışmalı

    2003

    100

    75,7%

    45,0%

    59,4%

    tartışmalı

    Kaynak: 1987 için TÜSİAD (2000), s. 39; Diğer yıllar DİE verilerinden yararlanılarak tarafımızdan hesaplanmıştır.

     

    Görüldüğü gibi DİE’nin gelir dağılımı anketleri toplam kullanılabilir gelirlerin saptanması açısından sorunludur. 1987 yılında gerçek kullanılabilir gelirin yüzde 84.3’ünü saptayan anket, 2003 yılında yüzde 60’ın altına düşmüştür (Tablo 5). Anketlerin gerçek kullanılabilir gelirleri saptama oranı, her araştırmada gerilemektedir. Bu durum düşük ve yüksek gelir grupları arasındaki eşitsizliğin tam olarak ortaya çıkmasını engellemektedir. Diğer bir deyişle gelir eşitsizliğinin olduğundan daha düşük gözükmesine yol açmaktadır. Bunu daha yakından görebilmek için DİE gelir dağılımı anketlerinde eksik çıkan gelir miktarlarına ve bunun gelir türlerine göre dağılımına bakmak yeterlidir.

     

    Tablo 6: Anketlerde Beyan Edilmeyen Gelir (Katrilyon TL)

     

     

    2002

    2003

    Gerçek Kullanılabilir Gelir (GSYİH içinde)

    219,0

    272,0

    Anketler Göre Kullanabilir Gelir

    133,0

    162,0

    Fark

    86,0

    110,0

    Gerçek Ücret Geliri (GSYİH içinde)

    73,8

    93,9

    Gerçek Diğer Gelir (GSYİH içinde)

    144,9

    179,9

    Ankete Göre Ücret Geliri

    51,8

    67,5

    Ankete Göre Diğer Gelirler

    58,3

    61,8

    Saptanamayan Ücret geliri

    22,0

    26,4

    Saptanamayan Diğer Gelir

    86,6

    118,1

    Saptanamayan Gelir Oranı

    39,3%

    40,4%

    Saptanamayan Ücret Geliri Oranı

    29,8%

    28,1%

    Saptanamayan Diğer Gelir Oranı

    59,8%

    65,6%

    Kaynak: DİE verilerinden yararlanarak hazırlanmıştır

     

     

    Tablo 6’da görüldüğü gibi ücret geliri elde edenlerin gerçek gelirleriyle beyan ettikleri gelir arasındaki fark yüzde 30’un altındayken, diğer gelir sahiplerinin (kâr, faiz, rant) gelirlerinin yüzde 60’dan fazlasını beyan etmedikleri anlaşılmaktadır. Yüksek gelir dilimlerinde yer alan diğer gelir sahiplerinin gelirlerini tam olarak beyan etmemeleri sonucunda gelir dilimleri arasında yapay bir yakınlaşma, gelir makasında bir daralma ortaya çıkmakta, böylece gelir eşitsizliğinde var olmayan (fiktif) bir iyileşme gözükmektedir. Bu nedenle anketler sonucunda ücretli kesimin gelirden aldığı pay artmış, diğer gelir kesimlerinin payı azalmış gözükmektedir. 2002 DİE anketinde diğer gelir sahipleri (kâr, faiz ve rant) gelirden yüzde 30 pay almış gözükürken gelir yoluyla hesaplanan GSYİH tablosunda yüzde 54 pay almış gözükmektedir. GSYİH sonuçları ile anket sonuçları aynı gelir kategorileri arasında yüzde 100 farklar içermektedir. Bu durumun, DİE gelir dağılımı anketlerinin güvenilirliğini zedelediği belirtilmektedir54.

    C. Gelirin Sınıfsal Dağılımı Düzeliyor mu?

    DİE gelir dağılımı anketlerinin bir diğer tartışmalı yanı ise, sınıfsal (fonksiyonel) gelir dağılımına ilişkin sonuçlarıdır. Gelir yoluyla hesaplanan GSYİH üzerinden ulaşılan fonksiyonel gelir dağılımı ile DİE gelir dağılımı anketlerinden elde edilen fonksiyonel gelir dağılımı arasında büyük uyumsuzluk vardır. DİE’nin 1994, 2002 ve 2003 gelir dağılımı anketlerinin sonuçlarına göre ücret gelirlerinin (işgücü ödemelerinin) toplam faktör gelirleri içindeki payı giderek artmakta, buna karşılık işveren ve kendi hesabına çalışanların gelirleri düşmektedir. 15 ve daha yukarı yaştaki çalışan hanehalkı fertlerinin işteki durumlarına göre yıllık kullanılabilir esas iş gelirlerinin 1994-2003 yıllar arasında oransal dağılımı (fonksiyonel gelir dağılımı) Tablo 7’de görülmektedir

     

    Tablo 7: DİE Gelir Dağılımı Anketlerine Göre Gelirin Sınıfsal Dağılımı

     

     

    1994

    2002

    2003

    Ücretli maaşlı

    35,1%

    50,1%

    52,8%

    Yevmiyeli

    6,0%

    3,3%

    3,5%

    Toplam İş Gücü

    41,1%

    53,4%

    56,3%

    Kendi hesabına çalışan

    37,7%

    29,7%

    25,1%

    İşveren

    21,2%

    16,9%

    18,6%

    Kişi Başına İşveren gelirinin
    Kişi Başına işgücü gelirine oranı

    4,4

    3

    2.7

    Kaynak: DİE 1994, 2002 ve 2003 Gelir Dağılımı Anketleri

     

    Anketlerin bir diğer çarpıcı yanı ise ücret geliri elde edenlerin toplam çalışan nüfus içindeki payıdır. Hane halkı işgücü anketlerinin sonuçlarına (HHİGA) göre ücret geliri elde edenlerin istihdam içindeki oranı ise 1994 yılında %40,9 2002 yılında yüzde 49,8, 2003 yılında ise yüzde 50,6’dır. Böylece DİE gelir dağılımı anketleri ücretlilerin, çalışan nüfus içindeki paylarından daha yüksek bir gelir elde ettiğini öne sürmektedir. Ancak anketlerin saptadığı “esas işi olan fert” sayısı da ilginç özellikler ortaya koymaktadır. DİE gelir dağılımı anketine göre 1994 yılında 24.5 milyon olan esas işi olan fert sayısı, 2003 yılında 21.7 milyona düşmüştür. Oysa 1994 yılı için HHİGA toplam istihdamı 20 milyon olarak vermektedir55.

    DİE anketlerinin sonuçlarına göre, işverenlerin elde etmiş olduğu kişi başına gelirin, kişi başına işgücü gelirine oranında iyileşme yaşanmıştır. 1994 yılında ortalama işçi gelirinin 4.4 katı olan ortalama işveren geliri 2003 yılında 2.7 kata düşmüştür. Ancak gelir yolu ile hesaplanan GSYİH’den hareketle ulaşılan fonksiyonel gelir dağılımı sonuçları, DİE gelir dağılımı anketlerini doğrulamamaktadır. 1990-2003 arası fonksiyonel gelir dağılımına bakıldığında anketlerde gözükenin tam tersine bir bozulma yaşandığı görülmektedir. Gelir dağılımı anketleri sonuçlarına göre 1994 yılında yüzde 35.1 olan ücret ve maaş ödemeleri payı, 2003 yılında yüzde 53’e çıkmış gözükmektedir. Oysa GSYİH yoluyla hesaplanan fonksiyonel gelir dağılımı sonuçlarına göre, 1991 yılında yüzde 31.9’a olan işgücü ödemeleri payı 2003 yılında yüzde 26.1’e gerilemiştir.

    Ücret gelirlerinde, özellikle dönemin işçi eylemleri ve toplu iş sözleş-melerinin de etkisiyle 1990-1993 arasında ciddi bir yükselme yaşanmış emekçiler 1980 sonrası yaşanan olumsuz tabloyu lehlerine çevirmişlerdir56. 1990-1993 arası dönemde işgücü ödemelerinin GSYİH içindeki payı ortalama yüzde 30.4 olarak gerçekleşmiştir. 1994-1998 döneminde ise gerek 5 Nisan 1994 krizi, gerekse 1997-98’da yaşanan uluslararası krizlerin etkisi Türkiye’de gelirler üzerinde bir basınç oluşturmuş ve işgücü ödemelerinin payı yüzde 24.6’ya gerilemiştir57. 2001 krizi ile gerileme eğilimi gösteren işgücü ödemelerinin dönem boyunca ortalama ağırlığı yüzde 28.2 olarak gerçekleşmiştir. Gelirin fonksiyonel dağılımında göze çarpan en önemli eğilim, ücret geliri elde edenlerin toplam istihdam içindeki payının artmasına karşın, GSYİH içindeki payının gerilemesidir. 1990’da, toplam istihdam içinde yüzde 39 olan ücretlilerin (ücret, maaş ve yevmiye geliri elde edenler) oranı, 2003 yılında yüzde 50.6’ya ulaşmış, ancak GSYİH içindeki payları yüzde 26’ya gerilemiştir (Tablo 8).

    Tablo 8: Gelir Yoluyla GSYİH İçinde İşgücü Ödemelerinin Payı ve
    İstihdam İçinde Ücretlilerin Oranı

     

    Yıllar

    İşgücü Ödemelerinin GSYİH İçinde Oranı

    Ücretlilerin Toplam İstihdama Oranı

    1990

    27,2%

    39,0%

    1991

    31,9%

    38,0%

    1992

    31,7%

    39,7%

    1993

    30,9%

    42,2%

    1990-1993

    30,4%

    39,7%

    1994

    25,5%

    40,9%

    1995

    22,2%

    41,5%

    1996

    23,9%

    42,8%

    1997

    25,8%

    44,6%

    1998

    25,5%

    44,6%

    1995-1998

    24,6%

    42,9%

    1999

    30,7%

    45,0%

    2000

    29,2%

    48,6%

    2001

    28,3%

    47,2%

    2002

    26,7%

    49,8%

    2003

    26,1%

    50,6%

    1999-2003

    28,2%

    48,2%

    1990-2003

    27,7%

    43,6%

    Kaynak: DİE Hane Halkı İşgücü Veri Tabanı; DİE Gelir Yöntemiyle GSYİH 1987-2002; DİE Gelir Yöntemiyle GSYİH 2003

    D. Sosyal Harcamaların (Transfer ödemelerinin) ve Vergi Politikalarının Rolü

    DPT, Türkiye’de gelir eşitsizliğinin süreğenleştiğini ve 1987, 1994 ve 2002 bireysel gelir dağılımı araştırmalarının anlamlı bir iyileşmeye işaret etmediğini vurgulamaktadır58. Türkiye’de piyasa gelir eşitsizliği AB ülkeleri ile eşdeğer düzeyde olmasına karşın, AB ülkelerinde bu eşitsizlik kamu müdahalesi ile yarı yarıya azaltılırken Türkiye’de böyle güçlü bir yeniden dağılım etkisi görülmemektedir59.

    Gelirin piyasada dağılımına müdahalenin en önemli araçları sosyal nitelikli harcamalar (transfer ödemeleri) ve vergi politikalarıdır. Vergi politikaları ile düşük gelir gruplarından daha az ya da hiç vergi almamak böylece harcanabilir gelirlerini yükseltmek, öte yandan yüksek gelir gruplarından daha yüksek vergi alarak harcanabilir gelirlerini azaltmak gelirin yeniden dağıtılmasının araçlarından biridir. Bir diğer yeniden bölüşüm yöntemi ise toplanan vergilerin ve kamu gelirlerinin düşük gelir gruplarına transferi yoluyla bu grupların harcanabilir gelirleri artırmaktır. Özellikle Kıta Avrupası ülkelerinde etkin olarak kullanılan bu yeniden dağılım yöntemi, ülkemizde etkin bir araç olarak kullanılmamakta, bu yolla piyasa eşitsizliği üzerinde etkin bir iyileştirme sağlanamamaktadır60. Bütçe’den sosyal güvenlik için yapılan transferlerin yetersizliği ve vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin oranının çok yüksek olması, piyasa dağılımının iyileştirilmesine olanak vermemektedir61

    Ülkemizde, önemli bir bölümü sosyal güvenlik sistemine, son yıllarda yapılmaya başlanan transferlerden oluşan toplam sosyal harcamalarının düzeyi, OECD ve AB ortalamasının yarısına dahi ulaşmamaktadır62. Ülkemizde sosyal güvenlik sistemi devlet katkısı öngörülmeden kurulmuştur. Ancak devlet kendi katkısının olmadığı sosyal güvenlik sisteminin birikimleri (özellikle SSK primlerini) ucuz iç borçlanma aracı olarak yıllarca kullanmıştır. Sosyal güvenlik sistemine, uzun vadeli sigorta kollarının mali açmaza düştüğü 1990’lı yıllara kadar bütçeden kaynak aktarılmamıştır. Bugün bütçeden sosyal güvenlik kurumlarına ayrılan ödeneğin GSMH’ye oranı yüzde 4 civarındadır. İşsizlik sigortası fonuna aktarılan devlet katkısı ise GSMH’nin binde 1’i düzeyindedir. Bütçeden sosyal güvenlik kurumlarına aktarılan bu kaynaklar hükümetler tarafından yoğun bir dezenformasyon eşliğinde “karadelik” olarak nitelenmektedir63. Oysa devletin normal yollardan, düzenli olarak finansmanına katılmadığı sosyal güvenlik kurumlarının açıklarını bütçeden kaynak ayırarak kapatması bir yük olarak görülemez64.

     

     

    Tablo 9: Sosyal Güvenlik Kurumlarına Transferlerin GSMHye Oranı 

     

    1998

    1999

    2000

    2001

    2002

    Emekli Sandığı

    1,0%

    1,3%

    1,4%

    1,5%

    1,8%

    SSK

    0,8%

    1,4%

    0,3%

    0,4%

    1,2%

    Bağ-Kur

    0,8%

    0,8%

    0,8%

    0,8%

    1,1%

    İşsizlik Sigortası

     

     

     

    0,2%

    0,1%

    Toplam

    2,6%

    3,5%

    2,5%

    2,9%

    4,2%

    Kaynak: Maliye Bakanlığı Bütçe ve Kontrol Genel Müdürlüğü İstatistikleri

     

    Vergi gelirlerinin bileşimi gelir eşitsizliğin iyileştirilmesinin önünde bir diğer engeldir. Gerek dolaylı/dolaysız vergi oranları gerekse, gelirden alınan vergilerin bileşimi vergi yoluyla gelir eşitsizliğinin iyileştirilmesine olanak vermemekte, vergilerin bileşimi gelir eşitsizliğini daha da bozucu sonuçlar doğurmaktadır65. Ülkemizde toplam vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin (tüketim üzerinden alınan vergiler) payı hızla artmaktadır. 2005 bütçe tasarısında dolaylı vergilerin oranı yüzde 73.6’ya ulaşmıştır66. Dolaylı vergiler, gelir düzeyi ne olursa olsun tüm bireylerden aynı oranda alındığı için, bu vergilerin artışı vergi yükünün, düşük gelirli kesimlere kaymasına yol açacaktır. Vergi politikalarının bir gelir dağılımı aracı olarak kullanılabilmesinin koşulu, dolaylı vergilerin azaltılarak dolaysız vergilerin (gelir, kazanç ve servetten alınan) artırılmasıdır.

    Türkiye’de 1960’ların başlarında yüzde 67 olan dolaylı vergiler, 1980’de yüzde 37’ye gerilemiş, ancak daha sonraki yıllarda yeniden artış göstererek bugünkü seviyesine yükselmiştir (Tablo 10). Böylece vergi ödemeleri tüketim harcamaları üzerine yüklenmiş ve gelirinin önemli bir kısmını harcayan, marjinal tüketim eğilimi yüksek olan düşük gelir grupları daha çok vergi ödemek zorunda kalmıştır.

     

    Tablo 10: Genel Bütçe Vergi Gelirleri Tahsilatının Dağılımı 1963-2002

     

    Yıllar

    Dolaysız Vergiler

    Dolaylı Vergiler

    Yıllar

    Dolaysız Vergiler

    Dolaylı Vergiler

    1963

    33%

    67%

    1983

    57%

    43%

    1964

    33%

    67%

    1984

    57%

    43%

    1965

    33%

    67%

    1985

    47%

    53%

    1966

    34%

    66%

    1986

    52%

    48%

    1967

    34%

    66%

    1987

    50%

    50%

    1968

    35%

    65%

    1988

    50%

    50%

    1969

    35%

    65%

    1989

    53%

    47%

    1970

    38%

    62%

    1990

    52%

    48%

    1971

    38%

    62%

    1991

    52%

    48%

    1972

    39%

    61%

    1992

    50%

    50%

    1973

    42%

    58%

    1993

    49%

    51%

    1974

    46%

    54%

    1994

    48%

    52%

    1975

    47%

    53%

    1995

    41%

    59%

    1976

    47%

    53%

    1996

    39%

    61%

    1977

    53%

    47%

    1997

    41%

    59%

    1978

    57%

    43%

    1998

    47%

    53%

    1979

    58%

    42%

    1999

    45%

    55%

    1980

    63%

    37%

    2000

    41%

    59%

    1981

    60%

    40%

    2001

    40%

    60%

    1982

    60%

    40%

    2002

    34%

    66%

    Kaynak: Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü İstatistikleri

     

    Vergi politikaları ile ilgili diğer bir konu ise gelir ve servet üzerinden alınan dolaysız vergilerin bileşimidir. Ülkemizde gelirden alınan vergiler, toplam vergi gelirlerinin yüzde 32.4’ünü, servetten alınan vergiler ise yüzde 1.2’sini oluşturmak-tadır. Servet vergisi gerçek anlamda bir birikmiş zenginliğin vergilendirilmesi aracı olmayıp, daha çok motorlu taşıtlar vergisi niteliğindedir. Sonuç olarak, dolaysız vergilerin esas bölümü gelirden alınan vergilerden oluşmakta ve bu nedenle gelir vergilerinin bileşimi gelir eşitsizliği açısından büyük önem taşımaktadır. Gelirden alınan vergiler içinde, gelir vergisi yüzde 23 ile belirleyici bir yer tutarken, kurumlar vergisi (şirketlerin ödemiş olduğu vergiler) yüzde 9.3 oranında kalmaktadır.

    Gelir vergisinin ayrıntısına baktığımızda ise, bu verginin beklenenin aksine gelir eşitsizliğini giderici bir işlevinin olamayacağı görülmektedir. Beyana dayalı gelir vergisi (ücret dışı gelirlerin vergisi) yüzde 1.4 iken, gelir vergisi tevkifatı yoluyla doğrudan ücretliler tarafından ödenen vergilerin toplam vergi gelirlerine oranı yüzde 20.9’dur (Tablo 11). Ülkemizde gelir vergisi asıl olarak bir ücretliler vergisidir.

    Gelirin yeniden dağılımı açısından önemli bir araç olan ücret gelirlerine ilişkin vergi muafiyeti yöntemi ise son derece sınırlı uygulanmıştır. 1981 yılında asgari ücret üzerinden vergi muafiyeti yüzde 69 idi. Ancak daha sonraki yıllarda vergi muafiyeti sistematik olarak azaltıldı; 2003 yılında vergiden muaf ücret, asgari ücretin yüzde 15’i düzeyine düştü ve 2004 yılında ise tümüyle kaldırıldı67. Böylece düşük ücretliler daha fazla vergi ödemek durumunda kaldılar.

     

    Tablo 11 : Genel Bütçe Vergi Gelirleri Tahsilatının Yüzde Dağılımı

     

    VERGİ GELİRİ TÜRÜ

    1992

    2002

    VERGİ GELİRLERİ TOPLAMI (1+2+3+4)

    100%

    100%

    1 - GELİRDEN ALINAN VERGİLER (A+B)

    49,5%

    32,4%

    A - GELİR VERGİSİ (a+b+c)

    42,4%

    23,0%

    a - Beyana Dayalı Gelir Vergisi

    5,1%

    1,4%

    b - Götürü Usulde Gelir Vergisi (Basit Usul)

    0,3%

    0,1%

    c- Gelir Vergisi Tevkifatı

    35,7%

    20,9%

    B - KURUMLAR VERGİSİ

    7,1%

    9,3%

    2 - SERVETTEN ALINAN VERGİLER

    0,9%

    1,2%

    3 - MAL VE HİZMETLERDEN ALINAN VERGİLER

    33,4%

    50,4%

    4 - DIŞ TİCARETTEN ALINAN VERGİLER

    16,1%

    15,9%

    Dolaylı Vergilerin Toplam Vergilere Oranı

    49,6%

    66,3%

    Gelir Vergisi İçinde Gelir Vergisi Tevkifatı (a/A)

    84,3%

    91,1%

    Kaynak: Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü İstatistikleri

     

    Vergi politikalarının gelir eşitsizliğini artırıcı bir diğer etkisi de vergi dilimlerine ilişkindir. Bilindiği gibi gelir vergisi artan oranlı bir vergidir ve bu nedenle vergi dilimleri çok büyük önem taşır. Ülkemizde ücretliler için vergi oranları yüzde 15’ten başlamakta ve yüzde 40’ kadar yükselmektedir. Her yıl bu oranların uygulanacağı vergi dilimleri hükümet tarafından kararlaştırılmaktadır. Çalışanlardan alınan verginin reel olarak aynı kalması için vergi dilimlerinin enflasyon oranında artırılması gerekir. Aksi halde ücretliler daha üst oranlardan vergi ödemek zorunda kalır ve vergi yükleri artar. Ülkemizde vergi dilimi artışları, ücretlilerin vergi yükünü artırmanın dolaylı bir aracı olarak kullanmakta, vergi dilimlerindeki artış enflasyonun çok altında saptanarak düşük gelirlilerden alınan reel vergi miktarı artırılmaktadır.

    2000 ve 2003 yılı ücretliler gelir vergisi (dilimlerinin) tarifesinin karşılaştırması bu çarpıcı gerçeği gözler önüne seriyor. 2000-2003 yılları arasında gelir vergisi dilimlerinde yüzde 90 ile yüzde 100 arasında bir artış yapılırken, aynı dönemde (1 Ocak 2000-31 Aralık 2002 arası) TÜFE yüzde 190 oranında artmıştır68. Böylece özellikle düşük ve orta gelirli ücretliler üzerindeki vergi yükü enflasyonun çok üzerinde artış göstermiştir. Bir diğer ifadeyle enflasyon-vergi dilimleri ilişkisi hükümetler tarafından gelir eşitsizliğini daha da artıran ve ücretlilerin kullanılabilir gelirlerini azaltan gizli bir vergi artış mekanizması olarak kullanılmaktadır.

    Sonuç olarak ülkemizde sosyal transferler ve vergi politikalarının gelirin piyasada oluşan eşitsizliğini giderici bir rol oynadığını söylemek mümkün değildir. Ülkemizde gelir dağılımı esasen piyasada belirlenmektedir. Çalışanların piyasa dağılımında gelirden daha fazla pay almalarına imkan verecek toplu sendikal haklardan çok az yaralanmaları ve gelirin yeniden dağılımda devletin rolünün zayıflığı gelir eşitsizliğinin boyutlarını büyütmektedir.

    V. Gelir Eşitsizliği, Sosyal Devlet ve Kapitalizm Modelleri

    Piyasada oluşan gelir eşitsizliğinin giderilmesinde kamusal müdahale, sosyal refah devleti harcamaları önemli bir rol oynamaktadır. Kamu otoritesi bir yandan vergilendirme yoluyla yeniden paylaşımı sağlarken, öte yandan sosyal nitelikli kamu harcamaları yoluyla çeşitli gelir grupları ve sınıfların piyasa dağılımı ile elde ettikleri payı değiştirebilmektedir. Devletin gelir eşitsizliğine ve piyasa dağılımına birinci müdahalesi esas olarak gelir vergisi yoluyla olur. İkinci müdahale ise devletin toplamış olduğu vergileri bireyler arasında karşılıksız olarak dağıtması ile (sosyal güvenlik ödemeleri, vergi iadeleri vb.) gerçekleşir69. Gelir eşitsizliğine, piyasa dağılımına müdahale edilmemesi, yüksek gelir gruplarının daha fazla tasarruf etmesine, bunları yatırıma dönüştürmesine ve böylece büyüme ile birlikte daha fazla gelir elde etmesine ve gelir eşitsizliğinin daha da büyümesine yol açmaktadır70. Tüm bu yeniden dağıtım mekanizması sonuç olarak karşımıza “sosyal devlet” sorunsalını getirmektedir.

    A. Kapitalizm Modelleri

    Sosyal harcamaların yüksek olduğu ülkelerde, piyasanın yarattığı gelir eşitsizliğinin önemli oranda iyileştirildiğini görmekteyiz. Gini katsayıları ve gelir dilimleri esas alınarak yapılacak karşılaştırmalarda sosyal harcamaların yüksek düzeyine paralel olarak gelir eşitsizliğinin azaldığı görülmektedir. Tablo 12’de en yüksek sosyal harcamaya sahip Orta ve Kuzey Avrupa ülkelerinde Gini katsayısının ve zengin/yoksul farkının düşüklüğü göze çarpmaktadır. Sosyal harcamalarda ilk sırayı alan İsveç’te Gini katsayısı 0.25 ve en yoksul yüzde 20 ile en zengin yüzde 20 arasındaki fark dört kattır. Buna karşılık ABD’de sosyal harcamaların düzeyi yüzde 14.6, Gini katsayısı 0,408 ve zengin yoksul yüzde 20’lik dilimler arasındaki fark 8.4 kattır.

    Benzer gelişmişlik düzeyine sahip ülkeler arasında gelir eşitsizliği açısından yaşanan farkları bu ülkelerde uygulanan kapitalizm modelleri ve refah devleti politikaları ile açıklayabiliriz. Esping-Andersen’in sınıflandırması, kapitalizm modelleri arasındaki gelir eşitsizliği farkını açıklamakta yararlı olabilir. Esping-Andersen, refah devleti modellerine ilişkin oldukça tanınmış çalışması, Refah Kapitalizmin Üç Dünyası’nda (The Three Worlds of Welfare Capitalism, 1990) refah devleti uygulamalarını üç modele ayırarak inceler.

    Bu üç farklı modelin, devlet müdahalesinin doğası, sosyal gruplar arasındaki farklılaşmanın derecesi ve piyasaların bürokratik mekanizmalarla ne ölçüde yer değiştireceği gibi konularda farklı varsayımları ve etkileri vardır. Esping-Andersen, ekonomik olarak benzer gelişmişlik seviyesine sahip ülkelerin refah rejimlerindeki farkların, işçi hareketinin politik gücünün farklılığından kaynaklandığını vurgulamaktadır71. Esping-Andersen’in üçlü refah devleti modelinin özellikleri şunlardır72:

     

     

    Tablo 12: Gelir Eşitsizliği ve kapitalizm modelleri, sosyal devletin rolü

     

     

    Sosyal Harcama (GSMH

    İçinde, %)

    Gini katsayısı

    En Zengin % 20’nin En Yoksul % 20’ye oranı

    İsveç

    31,0

    25,0

    4,0

    Danimarka

    29,8

    24,7

    4,3

    Fransa

    28,8

    32,7

    5,6

    İsviçre

    28,3

    33,1

    5,8

    Almanya

    27,3

    28,3

    4,3

    Norveç

    27,0

    25,8

    3,9

    Avusturya

    26,8

    30,0

    4,7

    Finlandiya

    26,5

    26,9

    3,8

    İtalya

    25,1

    36,0

    6,5

    İngiltere

    24,7

    36,0

    7,2

    Belçika

    24,5

    25,0

    4,5

    Hollanda

    23,9

    32,6

    5,5

    Yunanistan

    22,7

    35,4

    6,2

    Lüksemburg

    22,1

    30,8

    4,6

    Yeni Zelanda

    21,0

    36,2

    6,8

    İspanya

    19,7

    32,5

    5,4

    Portekiz

    18,2

    38,5

    8,0

    Kanada

    18,0

    33,1

    5,8

    Avustralya

    17,8

    35,2

    7,0

    İrlanda

    15,8

    35,9

    6,1

    ABD

    14,6

    40,8

    8,4

    Türkiye (*)

    11,6

    42,0

    7,7

    Kaynak: Sosyal Harcamalar İçin OECD Sosyal Koruma İstatistikleri 1998 yılına ait veriler http://www.oecd.org/dataoecd/43/14/2087083.xls (Erişim: 19 Ocak 2004)

    Gini Katsayısı ve Zengin-Yoksul Farkı İçin Human Development Report 2004,

    (*) Türkiye için Gini katsayısı, DİE 2003 esas alınmıştır

     

    Neo-liberal (Anglo-Amerikan) Model: ABD, Kanada, Avustralya ile 1980 sonrası İngiltere ve İrlanda’nın refah devleti modelini ifade etmektedir. Neo-liberal modelde parasız kamu hizmetlerinin düzeyi düşük, gelir eşitsizliği yüksektir. Devlet müdahalesi, sosyal refahın finansmanından daha çok piyasa düzenlemeleri şeklindedir ve model piyasa çözümlerini desteklemeyi ön plana alır. Bir yandan özel refah önlemlerinin bir norm olarak yerleşmesine çalışır öte yandan piyasa başarısızlığı karşısında kamu sorumluluğunu sınırlamayı hedefler.

    Sosyal Demokrat (Nordic) Model: Hükümetin düzenleyici rolüne yüklediği önem açısından İskandinav modeli, uluslararası alanda yegane modeldir. Sosyal hakların en fazla kurumsallaştığı ve piyasa dışından sağlanabildiği73 bu modelde hem parasız kamu hizmetlerinin düzeyi yüksektir, hem de sınıflararası tabakalaşma, gelir eşitsizliği daha düşüktür. Liberal modelin tersine, refah devleti harcamalarının doğrudan hükümet tarafından finansmanı söz konusudur.

    Korporatist Kıta Avrupası (Franco-German) Modeli: Almanya, Fransa, Avusturya ve İtalya gibi ülkeleri kapsayan korporatist Orta Avrupa modeli, iki modelin bir karışımıdır ve esas olarak Bismarck modeline dayanır. Sosyal güvenlik sistemlerinde katılımcılardan alınan primler önemli yer tutar. Bu modelde, muhafazakar öğeler; aile reisinin gelirinin güvenceye alınması ve varolan sınıf farklarının ve statülerin korunması öncelikli bir konudur.

    Farklı kapitalizm modelleri arasındaki fark özellikle Kıta Avrupası’nın sosyal korumacı modeli ile Anglo-Saxon modeli arasındaki mücadele günümüzde de devam etmektedir.

    B. Piyasaya Müdahale Yoluyla Gelir Eşitsizliğinin İyileştirilmesi

    Modern anlamda sosyal refah devleti İkinci Dünya Savaşının ardından oluştu ve yaygınlaştı. 1929 Büyük Bunalımının ardından, 1930’lu yıllarda ABD’de New Deal dönemi ile başlayan sosyal korumayı ve devletin ekonomiye müdahalesini öngören yaklaşımlar savaş sonrası dönemde Batı Avrupa’da Sosyal Refah Devleti adı altında geniş uygulama alanı buldu. Keynesyen iktisat politikalarının uygulanması, genel olarak kamu harcamaları ve özel olarak ise kamu harcamaları içinde sosyal koruma harcamalarının oranında ciddi artışlar sağlandı ve gelirin yeniden dağılımı iyileşti.

    Avrupa ve ABD’de savaş sonrası dönem, kapitalizmin gerçekten işlerliğini gösterdiği bir dönem olarak nitelenmektedir74. 19. Yüzyılın sonlarında toplam yüzde 10 civarında olan kamu harcamaları, 1960’larda yüzde 28’e ve 1980’de yüzde 43’e ulaşmıştır. Avrupa ortalaması ise bu oranların üzerinde seyretmektedir. Avrupa ortalaması olarak kamu harcamaları 1960’da yüzde 29.4 iken, bu oran Avrupa dışı gelişmiş sanayileşmiş ülkelerde yüzde 24.2’dir. 1980’de ise bu oranlar sırasıyla 47.2 ve 37.3 olmuştur75.

    Kamu harcamalarındaki artışa paralel olarak kamu sübvansiyon ve transferlerinde de büyük artışlar yaşandı. 19. yüzyıl sonlarında Avrupa’da yüzde 1’e bile ulaşmayan kamu transfer harcamaları günümüzde yüzde 25’in oldukça üzerinde seyretmektedir (Tablo 13).

     

    Tablo 13: Kamu Sübvansiyon ve Transferleri 1870-1995 (GSMHye Oranı)

     

     

    1870'ler

    1937

    1960

    1970

    1980

    1995

    Avustralya

    -

    -

    6,6

    10,5

    16,7

    19,0

    Avusturya

    -

    -

    17,0

    16,6

    22,4

    24,5

    Kanada

    0,5

    7,2

    9,0

    12,4

    13,2

    14,9

    Fransa

    1,1

    7,2

    11,4

    21,0

    24,6

    29,9

    Almanya

    0,5

    7,0

    13,5

    12,7

    16,8

    19,4

    İtalya

    -

    -

    14,1

    17,9

    26,0

    29,3

    İrlanda

    -

    -

    -

    18,8

    26,9

    24,8

    Japonya

    1,1

    1,4

    5,5

    6,1

    12,0

    13,5

    Yeni Zelanda

    0,2

    -

    -

    11,5

    20,8

    12,9

    Norveç

    1,1

    4,3

    12,1

    24,4

    27,0

    27,0

    İsveç

    0,7

    -

    9,3

    16,2

    30,4

    35,7

    İsviçre

    -

    -

    6,8

    7,5

    12,8

    16,8

    İngiltere

    2,2

    10,3

    9,2

    15,3

    20,2

    23,6

    ABD

    0,3

    2,1

    6,2

    9,8

    12,2

    13,1

    Belçika

    0,2

    -

    12,7

    20,7

    30,0

    28,8

    Hollanda

    0,3

    -

    11,5

    29,0

    38,5

    35,9

    İspanya

    -

    2,5

    1,0

    6,7

    12,9

    25,7

    Kıta Avrupası Ortalaması

    0,7

    5,3

    10,9

    17,3

    24,1

    27,3

    Avrupa Ortalaması 

    0,9

    6,3

    10,8

    17,2

    24,0

    26,8

    Avrupa Dışı Ortalama

    0,5

    3,6

    6,8

    10,1

    15,0

    14,7

    Genel Ortalama

    0,7

    5,3

    8,6

    15,1

    21,4

    23,2

    Kaynak: Tanzi, s. 31.

     

    2. Dünya savaşı sonlarından başlayarak, kapitalist ekonomilerin istikrarlı olduğu ve Keynesyen politikaların uygulandığı refah devleti dönemlerinde, 1950 ile 1973 yılları arasında gelişmiş kapitalist ülkelerde kişi başına ortalama gelir önceki 130 yılın ortalamasına göre üç kat daha hızlı artmıştır76. Ancak artan bu gelirin görece daha eşit paylaşımı piyasanın ötesinde kamusal müdahaleler yoluyla gerçekleşmiştir.

    Piyasa dağılımı aşamasındaki gelir eşitsizliği, gelirin yeniden dağıldığı nihai aşamaya göre çok daha derindir. O kadar ki nihai gelir eşitsizliği açısından görece iyi durumda olan pek çok Batı Avrupa ülkesinde, piyasa gelir dağılımı son derece kötüdür. Piyasa dağılımı ancak kamu müdahalesi ile iyileştirilmektedir. Tablo 14, piyasa dağılımı aşamasında ve kamu müdahalesi sonrasında gelir eşitsizliğinin boyutlarını göstermektedir. Gini katsayısı üzerinden yapılan bu karşılaştırma devletin gelir dağılımındaki düzenleyici ve belirleyici rolünü ortaya koymaktadır. AB ülkelerinde kamu müdahalesi sonucu gelir eşitsizliğinde yaşanan iyileşme ortalama yüzde 42’ye yakındır.

     

    Tablo 14: Sosyal transfer ve vergilerin gelir eşitsizliğinin azaltılmasında rolü-Gini Katsayısı (1998)

     

     

    Vergi ve Transfer Öncesi (Piyasa dağılımı)

    Vergi ve Transfer sonrası (Yeniden Dağılım)

    Eşitsizlikte Değişim

    İsveç 1995

    0,49

    0,23

    -52,8%

    Belçika 1995

    0,53

    0,27

    -48,4%

    Danimarka 1994

    0,42

    0,22

    -48,3%

    Finlandiya 1995

    0,39

    0,23

    -41,1%

    Hollanda 1994

    0,42

    0,25

    -39,9%

    Almanya 1994

    0,44

    0,28

    -35,3%

    Avustralya 1993-94

    0,46

    0,31

    -33,9%

    İtalya 1993

    0,51

    0,35

    -32,4%

    ABD 1995

    0,46

    0,34

    -24,4%

    Japonya 1994

    0,34

    0,27

    -22,1%

    Kaynak: OECD, Income Distribution And Poverty In Selected OECD Countries: Economics Department Working Papers No. 189, Hazırlayanlar: Jean-Marc Burniaux, Thai-Thanh Dang, ve diğerleri, ECO/WKP(98)2, 1998, s. 39.

     

    AB ülkeleri içinde vergi ve transferlerin yeniden dağıtıcı etkisi öylesine önemlidir ki, gelirin yeniden dağıtımı olmadığında yüzde 39 olarak hesaplanan yoksulluk riski sosyal transfer ve vergi politikaları ile yüzde 15’e düşmektedir77.

    Vergi ve transfer politikalarının piyasada oluşan gelir eşitsizliğine karşı dengeleyici rolü İngiltere örneğinde açık bir biçimde gözükmektedir. İngiltere’de 1961-1984 yılları arasında piyasa gelir eşitsizliği düzenli bir biçimde artarak Gini katsayısı bazında yüzde on yükselmiştir. Buna karşılık vergi ve transferler aracılığı ile kullanılabilir gelir aynı kalmış ve yeniden dağılım sonrası eşitsizlikte bir artış yaşanmamıştır. Ancak Thatcher’in vergi ve transfer politikasını değiştirmesiyle birlikte piyasa eşitsizliği artmaya devam etmiş, yeniden dağılım sonrası eşitsizlik ise daha keskin bir artış göstermiştir78.

     

    Tablo 15: AB Ülkelerinde Vergi Türleri 2001

     

     

    Dolaysız Vergiler

    Dolaylı Vergiler

    Avusturya

    71,6

    28,2

    Belçika

    74,2

    24,6

    Danimarka

    67,4

    32,2

    Finlandiya

    70,2

    29,5

    Fransa

    70,9

    28,9

    Almanya

    70,9

    28,8

    Yunanistan

    61,8

    38,3

    İrlanda

    62,1

    37,3

    İtalya

    68

    31,7

    Lüksemburg

    73,1

    26,7

    Hollanda

    67,9

    31,2

    Portekiz

    59

    40,5

    İspanya

    70,5

    29,6

    İsveç

    74,5

    25,3

    İngiltere

    68,2

    31,3

    AB 15

    68,7

    30,9

    Kaynak: OECD, Revenue Statistics, Paris,2003 Table 7'den yararlanılarak hesaplanmıştır

    AB ülkelerinde gelir eşitsizliğin azaltılmasında bir diğer rol ise vergi politikaları tarafından oynanmaktadır. OECD verilerine göre AB ülkeleri içinde ücretlerden kesilen gelir vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 0.9’dur79. Öte yanda vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin (tüketim vergilerinin) oranının düşük olması, nüfusun ezici çoğunluğunu ücretlilerin oluşturduğu AB ülkelerinde gelir eşitsizliğini azaltıcı bir işlev görmektedir. AB ülkeleri içinde dolaylı vergilerin oranı yüzde 31 civarındadır (Tablo 15).

    Küresel rekabet baskısının gelir eşitsizliğinin görece düşük olduğu ülkelerde de eşitsizliği artırıcı bir etki yaptığı görülmektedir. Ancak bunlar gelir eşitsizliği açısından geri döndürülemez noktalar olarak değerlendirilmemektedir. Bu noktada vergi ve sosyal transferlerin rolü diğer bir ifadeyle kamu müdahalesinin ve piyasayı dizginleyici düzenlemelerin başat rolü gözden uzak tutulmamalıdır. Atkinson’un ifadesi ile gelir eşitsizliği konusundaki gelişmeler hatırı sayılır ölçüde kendi ellerimizdedir80.

    C. Sosyal Devlet Çözülüyor mu?

    Gelir eşitsizliğinin azaltılmasında yaşamsal bir rol oynayan sosyal refah devleti politikaları son çeyrek yüzyılda yeni-liberal karşı saldırılarla yüz yüze geldiler. Kamu harcamalarının ve kamu kesiminin daraltılması yeni-liberalizmin temel hedefi oldu. Peki 1980’ler sonrası yeni-liberal politikalar sosyal harcamaları kısıp sosyal devleti ortadan kaldırabilmiş midir? Sosyal harcamalara ilişkin veriler genel kanaatin aksine sosyal devletin en önemli alanlarının ayakta olduğunu gösteriyor. Sosyal koruma için yapılan harcamalar hala AB ülkeleri içinde ekonominin en büyük alanını oluşturuyor. Tablo 16’da görüldüğü gibi AB ülkelerinde sosyal koruma için yapılan kamu harcamaları ortalaması 1980’de yüzde 20 civarında iken 1998’de yüzde 24.5’e81, 2000 yılında ise yüzde 27.3’e yükselmiştir82. Benzer eğilim OECD ülkeleri genelinde de görülmektedir. Hatta yeni-liberalizmin simgeleri olan 1980 sonrası ABD ve İngiltere’sinde de sosyal koruma için yapılan harcamalar artış göstermiştir

    Sosyal devletin ve sosyal harcamaların durumuna uzun dönem açısından baktığımızda, 19 yüzyıl sonlarında yüzde bire ulaşmayan sosyal amaçlı kamu harcamalarının GSMH içindeki payının günümüzde yüzde 23’ün üzerine çıktığını, Avrupa ülkelerinde ise GSMH’nin dörtte birinden fazlasının sosyal amaçlı kamu harcamalarına ayrıldığını görüyoruz. Tek başına bu gösterge bile geçen yüzyıl içinde laissez-faire’in başarısız, piyasayı düzenleme ve sınırlama düşüncesinin ve sosyal politikanın ise başarılı olduğunu göstermektedir. Bu gelişimi değişik sosyal politika (harcama) alanlarında da izlemek olasıdır. Örneğin kamusal istihdam (17 OECD ülkesi ortalaması) 1870’lerde toplam istihdamın yüzde 2.4’ü iken, 1937’de 5.2’ye, 1980’de yüzde 17.5’a ve 1994’te yüzde 18.4’e ulaşmıştır.

     

    Tablo 16: Sosyal Koruma İçin Kamu Harcamaları (GSMH'ye Oran)

     

     

     

    1980

    1998

    Almanya

    AB

    20,3

    27,3

    Avusturya

    AB

    23,3

    26,8

    Belçika

    AB

    24,2

    24,5

    Danimarka

    AB

    29,1

    29,8

    Finlandiya

    AB

    18,5

    26,5

    Fransa

    AB

    21,1

    28,8

    Hollanda

    AB

    27,3

    23,9

    İngiltere

    AB

    18,2

    24,7

    İrlanda

    AB

    16,9

    15,8

    İspanya

    AB

    15,8

    19,7

    İsveç

    AB

    29,0

    31,0

    İtalya

    AB

    18,4

    25,1

    Lüksemburg

    AB

    23,3

    22,1

    Portekiz

    AB

    11,6

    18,2

    Yunanistan

    AB

    11,5

    22,7

    ABD

     

    13,1

    14,6

    Avustralya

     

    11,3

    17,8

    İsviçre

     

    15,2

    28,3

    Japonya

     

    10,1

    14,7

    Kanada

     

    13,3

    18,0

    Norveç

     

    18,6

    27,0

    Yeni Zelanda

     

    19,2

    21,0

    Tablo Ortalaması

     

    18,6

    23,1

    AB Dışı

     

    14,4

    20,2

    AB Ortalaması

     

    20,6

    24,5

    Kaynak: OECD Sosyal Koruma İstatistikleri http://www.oecd.org/dataoecd/43/14/2087083.xls (Erişim: 19 Ocak 2004)

    Eğitim-sağlık harcamalarına GSMH’den ayrılan pay da benzer bir gelişim göstermiştir. 1910’larda yüzde 1.6 olan eğitim-sağlık harcamaları, 1930’larda 2.6’ya, 1960’larda 5.9’a, 1980’de 11.6’ya ve 1994 yılında 12.5’e ulaşmıştır83.

    1970’lerden bu yana gündeme gelen bütün kriz teorilerine rağmen yüzyılı aşan bir dönem içinde kurulan ve iki dünya savaşından sonra da ayakta kalmaya devam eden Batı Avrupa refah devleti, 1980’li ve 1990’lı yıllar boyunca hem harcama, hem de yararlananlar açısından büyümeye devam etti.

    “Refah devleti uygulamalarına alışmış ve bununla bireysel/toplumsal açıdan oldukça gelişmiş bulunan Batı Avrupa toplumlarında, zaten sosyal demokrat politikaların birçoğunun topluma mal olduğunu, artık onların sahibinin büyük ölçüde toplumun kendisi olduğunu unutmamalı. Bu anlamda, İngiltere hariç, Avrupa'da refah devleti anlayışı ve politikalarında radikal politika değişikliği görülmediği gibi, sosyal demokratlar iktidar olmasa da, politikaları ciddi ölçüde iktidardadır demek mümkün”84.

    AB ülkelerinin yurttaşları dünyanın diğer bölgelerindeki seçmenlere, özellikle ABD seçmenine göre devletin sosyal yönüne büyük bir önem veriyorlar ve sosyal harcamaların kısılmasını istemiyorlar85. Amerikalılar ise genel olarak sosyal harcamalara ve gelir eşitsizliği sorununa karşı daha kayıtsız davranmaktadır86. Oysa ABD , AB’ye göre daha bozuk bir gelir dağılımına sahiptir. Amerikalıların yüzde 17’si yoksul iken bu oran Finlandiya’da yüzde 5.1, İsveç’te 6.6, Almanya’da 7.5, Fransa’da yüzde 8, Hollanda’da yüzde 8.1’dir. Amerika fırsat eşitlikleri ülkesi iken sonuçların eşitliği ile ilgilenmemektedir. Hakim felsefe “yüz ya da bat” olarak ifade edilmektedir87.

    VI. Sonuç yerine

    Küresel piyasanın “nimetlerinden” yararlananların önde gelen isimlerinden George Soros, kaynak dağılımının piyasaya bırakılması ve buna müdahale edilmesinin ekonominin verimliliğine darbe vuracağı fikrini, piyasa köktenciliği olarak tanımlamaktadır. Soros, piyasanın açık toplum için her hangi bir totaliter ideolojiden daha büyük tehdit olduğunu belirtmektedir88. Avrupa sosyal modelini insanlığın umut ışığı olarak değerlendiren ILO Genel Müdürü Juan Somavia ise “Dünyanın sosyal geleceği Avrupadadır; Avrupa sosyal modelini sürdürebilirse, bu Dünyanın geri kalanı için bir umut ışığı olacak ve o zaman daha eşitlikçi bir küreselleşmenin kapısı açılacak” görüşünü dile getirmektedir89. Avrupa sosyal modeli, günümüzde karşılaştığı tehditlere, geçirdiği tereddütlere ve sosyal boyutu sınırlamaya yönelik girişimlere rağmen sosyal korumacı bir seçenek olarak varlığını sürdürmektedir. Türkiye’nin geleceğini köklü bir biçimde etkileyecek AB sürecine, bu sosyal boyut üzerinden bakmak ve süreci bu yönde etkilemek için çaba harcamak gelir eşitsizliğinin iyileştirilmesi sürecine de katkı yapacaktır.

    Rousseau, sosyal devletin ve sendikaların henüz tarih sahnesinde olmadığı on sekizinci yüzyılın ortalarında, “insanlar ne başkalarını satın alacak kadar zengin, ne kendilerini satacak kadar yoksul olmamalıdır. Servetler arasındaki büyük eşitsizlikler; hazineleri, sahiplerinin ellerinden alarak değil; hazine kurmanın yollarını ortadan kaldırarak; yoksulluğu yoksullar için bakımevleri kurarak değil yoksulluğu ortadan kaldırarak önlemek en temel yönetim sorunlarından biridir” diyerek, iyi bir yönetimin temel sorunlarından birinin yoksulluğu ve gelir eşitsizliğini ortadan kaldıracak köklü önlemler almak olduğunu vurguluyordu.

     

    Kapitalist piyasanın çöktüğü iki savaş arasında Keynes, liberalizmi, “Bu yaklaşıma göre yaşamın amacı, en yüksek dalların ucundaki filizleri yemektir. Bunu başarmanın en muhtemel yolu ise uzun bacaklı zürafaların kısa bacaklıları açlığa mahkum etmesine seyirci kalmaktır90 diye eleştirmekteydi. Savaş sonrasında dizginlenen kapitalist piyasa ya da “bırakınız yapsınlar” yaklaşımı son on yıllarda tekrar kısa bacaklı zürafaları açlığa mahkum etmek ve eşitsizliği ebedileştirmek için dizginlerinden boşaldı. Küresel gelir eşitsizliği ve yoksulluk, Polanyi’nin altmış yıl önce işaret ettiği; piyasanın toplumsal denetim altına alınması ve toplumun piyasanın kurallarından özgürleştirilmesi gereğini daha yaşamsal ve güncel hale getirmiştir.

     

    KAYNAKLAR

    Atkinson, Tony. Income Inequality and the Welfare State in a Global Era. The J. Douglas Gibson Lecture, School of Policy Studies, Queen’s University, 2002.

    Boratav, Korkut. İstanbul ve Anadoludan Sınıf Profilleri 2. Baskı, Ankara, İmge Kitabevi, 2004.

    Boratav, Korkut. A. Erinç Yeldan ve Ahmet H. Köse. Globalization, Distribution and Social Policy. New School University Center for Economic Policy Analysis, 2000, www.newschool.edu/cepa (Erişim, 1 Ekim 2004)

    Boratav, Korkut. Türkiye İktisat Tarihi. Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 7. Baskı, Ankara, İmge Kitabevi, 2003,

    Cochrane, Allan ve diğerleri (Ed.). Comparing Welfare State, Second Edition, London: Sage Publications, 2002,

    Çelik, Aziz. “İmdat Sosyal Güvenlik”, Radikal İki, 24 Ekim 2004.

    Çelik, Aziz. “Sigorta Primleri, Vergi Dilimleri ve Çifte Standart, Dünya Gazetesi 11 Eylül 2003

    Çelik, Aziz. “Ücretliler Daha Çok Vergi Ödeyecek”, Dünya Gazetesi 30 Ocak 2004

    De Brunhoff, Suzanne. Devlet ve Sermaye. Çeviren: Kuvvet Lordoğlu. Ankara: İmge Kitabevi, 1992

    Dennis, Ian ve Anne-Catherine Guio. Poverty and social exclusion in the EU, Statictics in focus, Eurostat, 2004

    DİE Haber Bülteni. Hanehalkı Bütçe Anketi Gelir Dağılımı Sonuçları. 6.11.2003

    DİE. Gelir Yöntemiyle GSYİH 1987-2002; DİE Gelir Yöntemiyle GSYİH 2003 serileri

    DİE. Haber Bülteni. Gelir Dağılımı Sonuçları 2003, 06.10.2004

    DİE. Hane Halkı İşgücü Veri Tabanı. www.die.gov.tr 

    Dornbusch, Rudiger. “Görülmemiş Bir Refah Yüzyılı”. Kapitalizm ve Küresel Rafah, Kapitalizm Kendini Savunuyor. (Ed. Ian Vasquez), Çeviren: Metin Toprak, Ankara, Liberte, 2003, s. 105-106.

    DPT. Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Çalışma Grubu Raporu Sunuş Metni. İzmir İktisat Kongresi 2004,

    DPT. Sekizinci 5 Yıllık Kalkınma Planı, Gelir Dağılımının İyileştirilmesi ve Yoksullukla Mücadele Özel İhtisas Komisyonu Raporu. Ankara, 2001

    Esping-Andersen, Gøsta. Why We Need a New Welfare State. New York: Oxford University Pres. 2002

    Eurostat. European system of integrated social protection statistics (Esspros)

    Friedman, Milton. Kapitalizm ve Özgürlük. Çevirenler: Doğan Erberk ve Nilgün Himmetoğlu. İstanbul: Altın Kitaplar, 1988.

    Hantrais, Linda. Social Policy in the European Union. Second Edition, London: Macmillan Pres, 2000

    Hayek, Frederick A. Von. Law. Legislation and Liberty volume 2: The Mirage of Social Justice. London: The University of Chico Press, 1978.

    Hayek, Frederick A. Von. The Road to Serfdom. London: Routledge, 2001.

    Hill, Michael. Understanding Social Policy. Oxford: Blackwell Publishers, 1997

    Hirst Paul and Grahame Thompson. Globalization in Question. 2nd Edition. Oxford, Polity, 2003.

    Hürriyet Gazetesi, 7 Kasım 2003.

    Kapar, Recep. “Sosyal Güvenlik Sistemine Reform Önerisi”. Sendikal Notlar. Sayı 23, Ağustos 2004.

    Keynes, John Maynard. The End of Laissez-Faire. 1929. www.panarchy.org/keynes/laissezfaire.1926.htm (Erişim: 2 Mayıs 2004)

    Koray, Meryem. “Marjinalleşmeden çıkmak”. Radikal Gazetesi. 20 Mayıs 2004.

    Koray, Meryem. Avrupa Toplum Modeli. İstanbul: Tüses Yayını, 2002.

    Koray, Meryem. Değişen Koşullarda Sendikacılık. İstanbul: Tüses, 1994

    Koray, Meryem. Sosyal Politika. Bursa: Ezgi Kitabevi, 2000.

    Kuhnle, Stein. Survival of the European Welfare State. www.arena.uio.no/publications/wp99_19.htm (Erişim: 5 Şubat 2004)

    Levitt, Kari Polanyi. “The Great Transformation from 1920 to 1990”. Karl Polanyi in Vienna-The Contemporary Significance of The Great Transformation. Ed: Kenneth McRobbie, Kari Polanyi Levitt, London: Black Rose Books, 2000.

    Lordoğlu, Kuvvet. Nurcan Özkaplan ve Mete Törüner. Çalışma İktisadı. 3. Baskı, İstanbul: Beta, 1999.

    Maliye Bakanlığı Bütçe ve Kontrol Genel Müdürlüğü İstatistikleri

    Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü İstatistikleri

    Manning, Nick. “Welfare, Ideology, and Social Theory”. Social Policy. (Ed: John Baldock ve diğerleri). Second Edition, Oxford: Oxford University Pres, 2003.

    Marx, Karl. Kapital. Birinci Cilt, Çeviren: Alaattin Bilgi, Ankara: Sol Yayınları, 1976.

    Marx, Karl. Ücretli Emek ve Sermaye, Ücret, Fiyat ve Kar. Beşinci Baskı, Çeviren: Sevim Belli, Ankara, Sol Yayınları, 1979.

    Milliyet Gazetesi. 7 Kasım 2003

    Milliyet Gazetesi. 8 Kasım 2003

    Munck, Ronaldo. Emeğin yeni Dünyası. Çeviren: Mahmut Tekçe. İstanbul: Kitap Yayınevi, 2003.

    O’Connor, James. “Devletin Mali Bunalımı”. Liberalizm, Refah Devleti, Eleştiriler. Derleyen Kemali Saybaşılı, İstanbul: Bağlam, 1993.

    OECD. Income Distribution And Poverty In Selected OECD Countries: Economics Department Working Papers No. 189, Hazırlayanlar: Jean-Marc Burniaux, Thai-Thanh Dang, ve diğerleri, ECO/WKP(98)2, 1998

    OECD. Revenue Statistics, Paris,2003

    OECD. Sosyal Koruma İstatistikleri. http://www.oecd.org/dataoecd/43/14/2087083.xls (Erişim: 19 Ocak 2004)

    Petrol-İş Yıllık 88. Haz. İlyas Köstekli, İstanbul, 1988

    Polanyi, Karl. Büyük Dönüşüm: Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri. Çeviren: Ayşe Buğra. İstanbul: İletişim Yayınları, 2002

    Polanyi, Karl. The Great Transformation: The Political and Economic Origins of Our Time, Second Beacon Paperback Edition, Boston: Beacon Press, 2001.

    Ricardo, David. On the Principles of Political Economy and Taxation, Third edition. London: John Murray, 1821. paragraf 1-3, http://www.econlib.org (Erişim: 19 Ekim 2004)

    Rifkin, Jeremy. The European Dream, Cambridge, Polity Press, 2004.

    Smith, Adam. An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations, Edwin Cannan's annotated edition. 1904, Methuen & Co. Ltd, Kitap 4.http://www.econlib.org/library/Smith/smWN.html (Erişim: 9 Ocak 2004)

    Somavia, Juan. “L’avenir mondial se joue en Europe”, Le Libre Belgique, 2 Şubat 2003, Internet Baskısı, http://www.lalibre.be/article.phtml?id=10&subid=83&art_id=101936 (Erişim 30 Aralık 2003)

    Soros, George. Küreselleşme Üzerine. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2003.

    Sönmez, Mustafa. “DİE’nin gelir dağılımı komedisi”, 8 Kasım 2003, www.ntvmsnbc.com.tr/news/242978.asp?cp1=1

    Sönmez, Mustafa. Gelir Uçurumu. İstanbul: Om Yayınevi, 2001.

    Stewart, Michael. “Keynesci İktisat Öğretisi”. Liberalizm, Refah Devleti, Eleştiriler, Der. Kemali Saybaşılı, İstanbul: Bağlam, 1993.

    Talas, Cahit. Toplumsal Politika, 5. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, 1997,

    Tanzi, Vito ve Ludger Schuknecht. Public Spending in the 20th Century. Cambridge: Cambridge University Press, 2000.

    TUSİAD. Türkiyede Bireysel Gelir Dağılımı ve Yoksulluk, Haz: Seyfettin Gürsel ve diğerleri, İstanbul, 2000,

    UNDP. Human Development Report 2004,

    Uras, Güngör. “Hane halkı gelirinin %35.8'i ücret %14.2'si devlet yardımı”, Milliyet Gazetesi, 8 Kasım 2003

    World Bank Atlas, 2003

     

     

    91

     


    [1] İlyas Köstekli (1948-2004): Sendikal araştırma ve eğitime 30 yılını veren, Petrol-İş yıllıklarının yaratıcısı, titiz araştırmacı ve alçakgönüllü eğitimci.

    Kristal-İş Sendikası Eğitim Dairesi Müdürü

     Aktaran Jeremy Rifkin, The European Dream, Cambridge, Polity Press, 2004, s.73.

    [2]  Meryem Koray, Sosyal Politika, Bursa, Ezgi Kitabevi Yayınları: 2000, s. 183.

    [3]  Karl Polanyi, Büyük Dönüşüm: Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri, Çeviren: Ayşe Buğra, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s.231-232.

    [4]  Cahit Talas, Toplumsal Politika, 5. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, 1997, 89.

    [5]  Adam Smith, An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations, Edwin Cannan's annotated edition, 1904, Methuen & Co., Ltd, Kitap 4, Paragraf 174.

    http://www.econlib.org/library/Smith/smWN.html (Erişim: 9 Ocak 2004).

    [6]  David Ricardo, On the Principles of Political Economy and Taxation, Third edition. London: John Murray, 1821. paragraf 1-3, http://www.econlib.org (Erişim: 19 Ekim 2004)

    [7]  Suzanne De Brunhoff, Devlet ve Sermaye, Çeviren: Kuvvet Lordoğlu, Ankara: İmge Kitabevi, 1992, s.18.

    [8]  Talas, s.91

    [9]  Kuvvet Lordoğlu, Nurcan Özkaplan ve Mete Törüner, Çalışma İktisadı, 3. Baskı, İstanbul: Beta, 1999, s.137-139.

    [10]  Lordoğlu, s. 140

    [11]  Talas, s. 124.

    [12]  De Brunhoff, s.16.

    [13]  Karl Marx, Ücretli Emek ve Sermaye, Ücret, Fiyat ve Kar, Beşinci Baskı, Çeviren: Sevim Belli, Ankara, Sol Yayınları, 1979, ss. 146-153.

    [14]  Karl Marx, Kapital, Birinci Cilt, Çeviren: Alaattin Bilgi, Ankara: Sol Yayınları, 1976, s. 677-685

    [15]  Talas, s. 124.

    [16]  Ronaldo Munck, Emeğin Yeni Dünyası, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2003 s.41.

    [17]  Michael Stewart, “Keynesci İktisat Öğretisi”, Liberalizm, Refah Devleti, Eleştiriler, Der Yayınları. Kemali Saybaşılı, İstanbul: Bağlam, 1993. s.52.

    [18]  Karl Polanyi, The Great Transformation: The Political and Economic Origins of Our Time, Second Beacon Paperback Edition, Boston: Beacon Press, 2001, s.136.

    [19]  Karl Polanyi, (2002), s.194.

    [20]  Polanyi (2001), s.186.

    [21]  Frederick A. Von Hayek, The Road to Serfdom, London: Routledge, 2001, s.4.

    [22]  Friedrich A. Hayek, Law Legislation and Liberty, Volume 2: The Mirage of Social Justice, Chicago: The University of Chicago Press, 1976, s.67-69.

    [23]  Kari Polanyi Levitt, “The Great Transformation from 1920 to 1990”, Karl Polanyi in Vienna-The Contemporary Significance of The Great Transformation, Ed: Kenneth McRobbie, Kari Polanyi Levitt, London: Black Rose Books, 2000, s.3.

    [24]  Milton Friedman, Kapitalizm ve Özgürlük, Çeviren: Doğan Erberk ve Nilgün Himmetoğlu, İstanbul: Altın Kitaplar, 1988, ss 47-68 ve 203-204.

    [25]  Hayek (2001) s.82.

    [26]  Freidman, s.315.

    [27]  Rudiger Dornbusch, “Görülmemiş Bir Refah Yüzyılı”, Kapitalizm ve Küresel Rafah, Kapitalizm Kendini Savunuyor, (Ed. Ian Vasquez), Çeviren: Metin Toprak, Ankara, Liberte, 2003, s. 105-106.

    [28]  UNDP, Human Development Report (HDR) 2004,

    http://hdr.undp.org/reports/global/2004 (Erişim: 5 Eylül 2004)

    [29]  Rifkin, s. 40.

    [30]  Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından oluşturulan veritabanı The UNU/WIDER – UNDP World Income Inequality Database (Dünya Gelir Eşitsizliği Veri Tabanı) adını taşımaktadır. www.wider.unu.edu./wiid; Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından hazırlanan İnsani Gelişme Raporu da (HDR) “gelir eşitsizliği” kavramını kullanmaktadır. www.undp.org; ABD Nüfus Bürosu gelir dağılımı yanında gelir eşitsizliği kavramını da kullanmaktadır: “Income Inequality (1947-1998)” http://www.census.gov/hhes/www/p60204.html; Eurostat gelir dağılımı konulu istatistiklerinde “gelir eşitsizliği” kavramını kullanmaktadır. Gelir dağılımı ile ilgili araştırmalarda da “gelir eşitsizliği vurgusunun giderek artmakta olduğu görülmektedir. Atkinson, A.B. “On the Measurement of Inequality”, 1970, Kuznets, S. “Economic Growth and Income Inequality”, 1955; David Dolar, “Globalization, Poverty and Inequality since 1980”, World Bank Working Paper 3333, Haziran 2004; Timothy M. Smeding, Globalization, inequality and the rich countries of the G-20, Social Policy Research Center, 2002; Tony Atkinson, Income Inequality and the Welfare State in a Global Era, Queen’s University School of Policy Studies, 2002; Hirst and Thompson, “Globalization in Question”; Allan Cochrane, Comparing Welfare States, London, Sage 2002; Mustafa Sönmez, Gelir Uçurumu, İstanbul, Om yayınları, 2001.

    [31]  Mustafa Sönmez, Gelir Uçurumu, İstanbul: Om Yayınevi, 2001, s.25-26. Bu çalışmanın çarpıcı sonuçlarından biri en zengin yüzde birlik nüfus diliminin milli gelirin yüzde 16.6’sını elde ediyor olmasıdır.

    [32]  Gini Katsayısı: Kişisel gelir dağılımını ölçmek için çok sayıda gelir dağılımı ölçütü bulunmaktadır. Bireysel gelir eşitsizliklerinde en yaygın kullanılan ölçülerden biri İtalyan istatistikçi Corrado Gini tarafından bulunduğu için bu adla adlandırılan Gini katsayısıdır. Gini katsayısı Lorenz eğrisinden hareketle hesaplanmaktadır. Gini katsayı, Lorenz eğri si ile köşegen arasında kalan alanın, köşegenin altında kalan toplam alan oranına eşittir. Bu oran büyüdükçe dağılımdaki eşitsizlik artıyor demektir. Teorik olarak bir toplumda, gelir o toplumdaki bireyler arasında tam eşit olarak dağıtılırsa Gini katsayısı “0” ‘a eşit, toplumdaki gelirleri yalnız bir kişi alırsa Gini katsayısı “1” ‘e eşit olmaktadır.

    Lorenz eğrisi: Lorenz eğrisi, belirli bir birimin (hanehalkı, ülke nüfusu) birikimli yüzdeleri ile belirli bir değişken grubunun (gelir, istihdam) birikimli yüzdeleri arasındaki ilişkiyi gösterir. Lorenz eğrisi gelir ya da servetin bireysel dağılımındaki eşitsizliği göstermede kullanılan grafiktir. Eğri; bir karenin köşegenini uç noktalarda keser. Gelir eşitsizliğinin gösteriminde karenin dikey kenarında gelirin birikimli payları, yatay kenarında ise nüfusun birikimli payları yüzde olarak gösterilir. Köşegen doğru, gelirin nüfus arasında eşit dağılımını (mutlak eşitlik) gösterir. Lorenz eğrisi köşegenden uzaklaştıkça, gelir dağılımındaki eşitsizlik artmaktadır.

    [33]  TUSİAD, Türkiyede Bireysel Gelir Dağılımı ve Yoksulluk, Haz: Seyfettin Gürsel ve diğerleri, İstanbul, 2000, s. 13

    [34]  Korkut Boratav, İstanbul ve Anadoludan Sınıf Profilleri, 2. Baskı, Ankara, İmge Kitabevi, 2004, ss. 164-168.

    [35]  Tony Atkinson, Income Inequality and the Welfare State in a Global Era, The J. Douglas Gibson Lecture, School of Policy Studies, Queen’s University, 2002, s. 2

    [36]  Paul Hirst and Grahame Thompson. Globalization in Question. 2nd Edition. Oxford, Polity, 2003, s. 74

    [37]  Birleşmiş Milletler Gelişme Programı (United Nations Development Programme) tarafından yayınlanan İnsani Gelişme Raporu içinde yer alan İnsani Gelişme İndeksi (Human Development Index) beklenen yaşam süresi, eğitim düzeyi ve kişi başına gelir düzeyi olmak üzere üç adet değişkene dayalıdır. İnsani Gelişme İndeksinde gelir, önemli ve kritik bir değerdir. Ama sadece kişi başına gelir, insani gelişimin değerlendirilmesinde yanıltıcı olabilmektedir.

    [38]  HDR, 2004

    [39]  Tony Atkinson, s.12.

    [40]  Korkut Boratav, A. Erinç Yeldan ve Ahmet H. Köse, Globalization, Distribution and Social Policy, New School University Center for Economic Policy Analysis, 2000, www.newschool.edu/cepa (Erişim, 1 Ekim 2004)

    [41]  Hirst ve Thompson., s.164-165

    [42]  DPT, Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Çalışma Grubu Raporu Sunuş Metni, İzmir İktisat Kongresi 2004, s. 3

    [43]  DİE, 06.10.2004 Haber Bülteni, Gelir Dağılımı Sonuçları, 2003

    [44]  Anadolu Ajansı, 10.06.2004

    [45]  Hürriyet Gazetesi, 7 Kasım 2003; Milliyet Gazetesi, 8 Kasım 2003,

    [46]  DİE Haber Bülteni, Hanehalkı Bütçe Anketi Gelir Dağılımı Sonuçları, 6.11.2003

    [47]  Milliyet Gazetesi, 8 Kasım 2003

    [48]  DİE (2003)

    [49]  DİE (2004)

    [50]  Güngör Uras, “Hane halkı gelirinin % 35.8’i ücret % 14.2’si devlet yardımı”, Milliyet Gazetesi, 8 Kasım 2003

    [51]  Uras, aynı yerde

    [52]  Milliyet Gazetesi 7 Kasım 2003

    [53]  TUSİAD, s. 40.

    [54]  Mustafa Sönmez, “DİE’nin gelir dağılımı komedisi”, 8 Kasım 2003,

    www.ntvmsnbc.com.tr/news/242978.asp?cp1=1

    [55]  DİE, Hane Halkı İşgücü Veri Tabanı (www.die.gov.tr)

    [56]  Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 7. Baskı, Ankara, İmge Kitabevi, 2003, s.175-176.

    [57]  Bu dönemde Gümrük Birliği’nin beraberinde getirdiği rekabetin ücretlilerin gelir düzeyi üzerinde bir basınç oluşturduğu dikkate alınmalıdır.

    [58]  DPT (2004), s. 4.

    [59]  DPT (2004), s.9.

    [60]  TUSİAD, s. 60-61, 118

    [61]  DPT (2004), s.9

    [62]  OECD Sosyal Koruma İstatistikleri 1998 yılına ait veriler

    http://www.oecd.org/dataoecd/43/14/2087083.xls (Erişim: 19 Ocak 2004)

    [63]  19 Ekim 2004 tarihli gazetelerde 2005 Bütçesi ile ilgili yer alan haberler; Aziz Çelik, “İmdat Sosyal Güvenlik”, Radikal 2, 24 Ekim 2004; Aziz Çelik, Başbakan SSKda yanılttı, Radikal Gazetesi 9 Kasım 2004.

    [64]  Recep Kapar, “Sosyal Güvenlik Sistemine Reform Önerisi”, Sendikal Notlar, Sayı 23, Ağustos 2004, s. 32.

    [65]  DPT, Gelir Dağılımın İyileştirilmesi ve Yoksullukla Mücadele, Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 2001, s. 74.

    [66]  2005 Bütçe hedefi

    [67]  24.4.2003 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 4842 sayılı yasa ile Gelir Vergisi Kanunu (GVK)’nun 31. maddesinde yer alan ve gerçek ücretlerde vergi indirimine olanak sağlayan düzenlemeye son verildi. 1 Ocak 2004 tarihinden geçerli olmak üzere ücret gelirlerinden özel indirim uygulaması yürürlükten kaldırdı. Aziz Çelik, “Ücretliler Daha Çok Vergi Ödeyecek”, Dünya Gazetesi 30 Ocak 2004

    [68]  Aziz Çelik, “Sigorta Primleri, Vergi Dilimleri ve Çifte Standart”, Dünya Gazetesi 11 Eylül 2003

    [69]  TÜSİAD, s. 21.

    [70]  DPT ( 2001), s. 68.

    [71]  Manning, Nick. “Welfare, Ideology, and Social Theory”. Social Policy. (Ed: John Baldock ve diğerleri). Second Edition, Oxford: Oxford University Pres, 2003, s.47.

    [72]  Manning, s. 48; Allan Cochrane ve diğerleri (Ed.), Comparing Welfare State, Second Edition, London: Sage Publications, 2002, s. 10-11; Gøsta Esping-Andersen, Why We Need a New Welfare State. New York: Oxford University Pres (2003) s.13-17.

    [73]  Meryem Koray, Avrupa Toplum Modeli. İstanbul: Tüses Yayını, 2002, s. 181.        

    [74]  Meryem Koray, Değişen Koşullarda Sendikacılık, İstanbul, 1994, s.10.

    [75]  Vito Tanzi ve Ludger Schuknecht, Public Spending in the 20th Century, Cambridge: Cambridge University Press, 2000, s. 6-7.

    [76]  Ronaldo Munck, Emeğin Yeni Dünyası, Çeviren: Mahmut Tekçe, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2003, s.24.

    [77]  Ian Dennis ve Anne-Catherine Guio, Poverty and social exclusion in the EU, Statictics in focus, Eurostat, 2004

    [78]  Atkinson, s. 21.

    [79]  OECD, Revenue Statictics, Paris 2003, Table 21

    [80]  Atkinson, s. 25

    [81]  OECD’nin kullanmakta olduğu istatistik yöntemi açısından bir noktanın altını çizilmekte yarar var. OECD sosyal koruma istatistikleri eğitim için yapılan kamu harcamalarını sosyal harcamalar başlığı altında değerlendirmemektedir. Eğitim harcamalarını katacak olursak İsveç’in yukarıda Tablo 16’da yer alan kamu sosyal harcaması yüzde 13 artışla yüzde 44’e ulaşmaktadır. Ancak başka araştırmacılar OECD’nin bu hesaplama yöntemine katılmamaktadır. Hill, Esping-Andersen ve Hantrais eğitime, aileye ve çocuklara yönelik harcamaları devletin sosyal harcamaları arasında değerlendirmektedirler. Hill (1997); Esping-Andersen (2002); Hantrais (2000)

    [82]  Eurostat, European system of integrated social protection statistics (Esspros)

    [83]  Tanzi ve Schuknecht, ss. 26-34.

    [84]  Meryem Koray, “Marjinaleşmeden çıkmak”, Radikal Gazetesi, 20 Mayıs 2004.

    [85]  Stein Kuhnle, Survival of the European Welfare State, Arena Working Papers WP 99/19, www.arena.uio.no/publications/wp99_19.htm (Erişim: 5 Şubat 2004).

    [86]  Jeremy Rifkin, The European Dream, Cambridge, Polity Press, 2004, ss. 41-44

    [87]  Rifkin, aynı yerde

    [88]  George Soros, Küreselleşme Üzerine, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2003, s.2-3.

    [89]  Juan Somavia, “L’avenir mondial se joue en Europe”, Le Libre Belgique, 2 Şubat 2003, Internet Baskısı, http://www.lalibre.be/article.phtml?id=10&subid=83&art_id=101936 (Erişim 30 Aralık 2003)

    [90]  John Maynard Keynes, The End of Laissez-Faire, 1926, s.7.

© 2019 - ÇALIŞMA VE TOPLUM DERGİSİ