• TEMYİZ SINIRINI BELİRLEMENİN ESASLARI

    YARGITAY
    9. HUKUK DAİRESİ
     
    Esas No.
    Karar No.
    Tarihi:
     2015/13244
    2018/3578
    20.02.2018
    İlgili Kanun / Madde

    4857 S. İşK/32

     
       
    • TEMYİZ SINIRINI BELİRLEMENİN ESASLARI
      ÖZETİ  Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
    Alacağın bir kısmının dava edilmesi halinde, kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
    Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, “ 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.nun 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği” açıkça belirtilmiştir
    .
     
     
                 
    MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ
    DAVA  :Taraflar arasındaki,  kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ile ücret, fazla mesai ücreti, yıllık izin ücreti, hafta tatili ücreti, genel tatil ücreti alacaklarının ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle gerçekleşen miktarın faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine ilişkin hükmün süresi içinde  temyizen incelenmesi davalı Türker Tersane Ve Deniz İşletmeciliği A.Ş avukatı ile davacı avukatınca istenilmiş, davacı avukatının duruşma talep etmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için  20/02/2018 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü  davalı Türker Tersane Ve Deniz İşletmeciliği A.Ş adına Avukat Yunus Mehmet Tanrıkorur  ile karşı taraf adına Avukat Pelinsu Bahçetepe  geldiler. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya  son verilerek  Tetkik Hakimi  tarafından düzenlenen rapor sunuldu, dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:


    A) Davacı İsteminin Özeti:
    Davacı vekili; müvekkilinin, davalılardan Serhat TUT'a ait işyerinde 11.10.2005 tarihinde belirsiz süreli ve sürekli iş akdi ile çalışmaya başladığını, müvekkilinin davalılardan Türkter Tersane ve Deniz İşletmeciliği A.Ş. ve Tuzla tersaneler bölgesinde bulunan tersanesinde Montaj Ustası olarak çalıştığını, aylık maaşının net 2.000,00 TL olduğunu, davalılara ait işyerlerinde uzun süre çalıştığını, ancak 16.07.2012 tarihinde davalılardan Serhat TUT'un  müvekkilinin iş akdini fesih bildiriminde bulunmadan haksız olarak sona erdirdiğini, davalılardan Serhat TUT'un diğer davalı Türkter Tersane ve Deniz İşletmeciliği A.Ş'ye ait tersanede yapılan gemi işlerinde güverte, yan duvar, korget, davlonbot, gemi indirme, kızak, ön imalat, donatım işlerini yaptığını, davalılardan Türkter Tersane ve Deniz İşletmeciliği A.Ş.'nin üst işveren durumunda olduğunu, müvekkilinin davalılara ait işyerinde haftanın her günü saat 08:00 de iş başı yaptığını, akşam 22:00'  ye kadar çalıştığını, tüm çalışma süresi boyunca yıllık ücretli izin hakkının da kullandırılmadığını,   dini bayramlarda sadece bayramın 1. ve 2. günü izinli olmakla birlikte dini bayramların diğer günlerinde ve milli bayramlarda da sürekli çalıştığını, ancak bu çalışmaların karşılıklarının ödenmediğini, müvekkilinin önceki aylardan kalan maaş alacakları ile temmuz ayında 16 günlük maaş alacağı olmak üzere toplam 2.195,00 TL ücret alacağının da ödenmediğini ileri sürerek; kıdem ve ihbar tazminatları ile maaş, fazla mesai, yıllık izin, hafta tatili ve genel tatil ücreti alacaklarının tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    B) Davalı Vekilinin Cevabının Özeti:
    Davalı Türkter Tersane ve Deniz İşletmeciliği A.Ş vekili, davacının başlangıçtan beri diğer davalı Serhat Tut'un sigortalı işçisi olduğunu, ücreti de dahil olmak üzere tüm mali ve sosyal hakları diğer davalı Serhat Tut tarafından sağlandığını, davacı işçinin hiçbir zaman ve hiçbir suretle müvekkilim şirketin işçisi olmadığını, davacının iş sözleşmesinin müvekkili şirket tarafından değil diğer davalı tarafından taşere edilen iş olan geminin yapımı bittiği için sözleşmesel anlamda son bulduğunu, davacı ile müvekkili şirket arasında İş Hukuku anlamında işçi-işveren ilişkisi bulunmadığından ve davacının Serhat Tut'un çok eskiden beri sigortalı işçisi olması nedeniyle ücret ve diğer tüm hakları Serhat Tut tarafından karşılandığını, müvekkili şirketin Tuzla Tersaneler  bölgesinde gemi inşa sanayi işi ile iştigal ettiğini, gemi inşaatında öncelikle geminin planlarının çizildiğini, kullanılacak malzemelerin belirlenip satın alındığını, sonra geminin kabuğunun boyandığını ve denetim yapılarak geminin müşteriye teslim edildiğini, gemi yapım aşamalarından da görüleceği üzere işin teknik ve teknolojik gerektiren işlerde müvekkil şirketin gemi inşacısı olarak uzmanlık alanlarına göre 3.şahıs müteahhitlerle çalıştığını, diğer davalı Serhat Tut'un gemi inşa işini 3.aşaması olan ve uzmanlık alanına giren ekli olarak sunulan alt işveren sözleşmesinde belirtilen işlerin yapılması işinin bir bölümünün verildiğini, davacının müvekkili şirketin işçisi olmadığını, müvekkili şirkete husumet yöneltilmesinin mümkün olmadığını, davacının işvereni  Serhat Tut'un müvekkili şirketin uzmanlık alanlarına ve işin gereklerine ve teknolojik gereklere göre müteahhitlik hizmetleri aldığı şirketten bir tanesi olduğunu, müvekkili şirket tarafından diğer davalı Serhat Tut'un uzmanlık alanı ve işin teknolojik gereklerince kısmi işler için hizmet alındığını, bu hizmetlere ilişkin işçilik malzeme v.s tüm bedellerin ödendiğini, Serhat Tut'un kendi sigortalısına ödemesi gereken ücretleri ödemedi ise bunun kendi kusur ve sorumluluğu olduğunu, davacının iş sözleşmesinin müvekkili şirket sözleşmesinde detayı verilen NB 77 numaralı geminin işlerinin bitmesi neticesinde son bulduğunu, bu nedenle de parça başı iş olan işin teslim edilmesi nedeniyle iş sözleşmesinin hitamı nedeniyle kıdem ve ihbar tazminatını hak etmediğini ve herhangi bir alacağının da bulunmadığını savunmuştur.
    Davalı Serhat Tut, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
    C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
    Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar  verilmiştir.
    D) Temyiz:
    Karar süresinde, davalı Türker Tersane Ve Deniz İşletmeciliği A.Ş ve davacı vekillerince temyiz edilmiştir.
    E) Gerekçe:
    A-Davalı  Türker Tersane Ve Deniz İşletmeciliği A.Ş vekilinin temyizi üzerine yapılan inceleme sonucunda;  
    Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK.nun 427/2 maddesi uyarınca temyiz edilemez.
    Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
    Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
    İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
     Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
    Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.

    Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
    Alacağın bir kısmının dava edilmesi halinde, kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
    Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında, “ 5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15. maddesindeki düzenleme gereği HUMK.nun 427. maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği” açıkça belirtilmiştir. 
    Dosya içeriğine göre davalı Türkter Tersane ve Deniz İşletmeciliği A.Ş tarafça temyize konu edilen miktar 1.789,83 TL  olup, karar tarihi itibariyle 1.890,00 TL lik kesinlik sınırı kapsamında kaldığından davalının temyiz isteminin HUMK.nun 427/2, 432/4 maddeleri, uyarınca REDDİNE, nisbi temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine,
    B) Davacı vekilinin temyizi üzerine yapılan inceleme sonucunda;
    1- Dosyadaki yazılara, delillerin taktirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının   aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan  temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
    2- Davaya konu işçilik alacalarının belirsiz alacak davasına konu olup  olamayacağı noktasında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
    Belirsiz alacak davası 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile öngörülen ve alacaklıya bazı avantajlar sağlayan yeni bir dava türüdür.   Sözü edilen hükme göre “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir”. Şu hale göre davanın açıldığı tarihte alacak miktarının belirlenmesi imkansız ise belirsiz alacak davası açılabilir. Öte yandan alacaklı tarafından alacağın miktar veya değerinin tam  olarak belirlenmesi  beklenemez ise yine belirsiz alacak davası açılabilir.
    Belisiz alacak davasını düzenleyen HMK’nun 107. maddesinin gerekçesinde, birçok kez hak arama özgürlüğüne vurgu yapılmıştır. Yine alacaklının hukuki ilişkiyi, muhatabını ve talep edebileceği asgari tutarı bilmesine rağmen “alacağın tamamını  tam  olarak”tespit edemeyecek durumda olması da davanın nedenleri arasında sayılmıştır. Bu itibarla belirsiz alacak davasıyla ilgili yoruma gidildiğinde, alacaklının hak arama özgürlüğünün değerlendirilmesi gerekir. Bunun aksine ilgili hükmün, alacaklının hakkına ulaşmasını kısıtlayan şekilde ele alınması doğru  olmaz.
    Dava konusu alacak karşı tarafın vereceği bilgi veya belgelerle belirlenecekse, alacak belirsiz kabul edilmelidir. Karşılaştırmalı hukukta geçerli olan bu kriter 107. maddenin 2. fıkrasının başlangıcında “karşı tarafın vereceği bilgi sonucu” yargılama sırasında belirlenme olarak kabul edilmiştir.
    Konuyu iş mevzuatı açısından ele aldığımızda, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 3, 8, 22, 28, 32, 37, 67. maddelerinde işverene çalışan her bir işçi yönünden kayıt tutma ve işçiye belge verme yükümlülüğü getirildiği görülmektedir. Bütün yasal yükümlülüklere uyan işveren bakımından kural olarak işçi alacaklarının belirsiz olduğundan söz edilemeyecektir. Zira işçinin çalışma süresinin tam olarak kayda geçirildiği,  iş sözleşmesi ile ücreti, ücretin ekleri ve çalışma koşullarının belirlendiği, işçiye her ay ücret hesap  pusulası verildiği, günlük ve haftalık iş sürelerinin işçiye önceden bildirildiği, işçinin yaptığı olağanüstü çalışmalar için kendisine belge verildiği durumlarda, işçinin  bir çok  alacağı belirli ya da belirlenebilir durumdadır. Sadece hakimin taktirine kalan bazı alacaklar bakımından yine de başlangıçta bir belirsizlikten söz edilebilecektir.
    İşçilik alacaklarının  hesabı genelde iki kritere tabidir. İşçinin işyerinde geçen çalışma süresi ve ücreti ile ekleri bilindiğinde işçilik alacakları belirlenebilir durumdadır. Bu yüzden özellikle kamu kurumlarında işçinin çalışmalarının tam olarak Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirilmesi ve işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçinin ücreti ile eklerinin toplu iş sözleşmesinde yer alması sebebiyle işçilik alacakları belirlenebilir durumdadır. Yine de hakimin taktir alanına giren manevi tazminat, taktiri indirime tabi fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti, bayram ve genel tatil  ücreti, cezai şart, sözleşmenin kalan süresine ait  ücret gibi alacakların başlangıçta tam olarak ve tamamen belirlenmesi mümkün değildir. Nitekim 107. maddenin Adalet Komisyonu gerekçesinde de, alacaklının “talep edebileceği miktarı asgari olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağın tamamını tam olarak tespit”edememesi halinde belirsiz alacak davası açılabileceği ifade edilmiştir.
    Gerekçede örnek olarak “keşif ve bilirkişi raporu” ile alacağın miktarının tespit  olunmasından söz edilmiştir ki, iş yargısında bilirkişi hesap  raporu alınması çok yaygın bir  uygulamadır.  Yine 107. maddenin 2. fıkrasında “karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu”  alacak miktarının belirlenmesinden söz edilmiştir ki, yukarıda sözü edilen yasal yükümlülükler sebebiyle işçiye çalışırken belge vermekle yükümlü  olan  işveren bunu yerine getirmediğinde, işçinin  alacağın miktarını tam olarak belirlemesini beklemek doğru  olmaz.
    Belirsiz alacak davasını öngören hükümde biri sübjektif, diğer objektif iki  unsur karşımıza çıkmaktadır. Alacağın veya dava değerinin belirlenmesini  objektif  olarak imkansız olması  halinde belirsiz alacak davası açılabilecektir.  Örneğin  iş kazası geçiren  işçinin açacağı davada işveren ve  işçinin karşılıklı kusur  oranları, kusursuz sorumluluk  olup  olmadığı ve varsa kaçınılmazlık durumu ve maluliyet oranlarının dava açma aşamasında  belirlenmesi imkansızdır. 
    Sübjektif unsur ise alacaklının talep konusu miktarı belirlemesinin alacaklıdan beklenememesidir. İşçinin  yasal hakları ödenmeksizin işten  çıkarıldığı bir durumda yukarıda belirtilen masraflara ek  olarak uzman  hesap raporu aldırarak  olası  işçilik alacaklarını belirlemesi   de hak arama özgürlüğü  önünde engel  olarak değerlendirilebilir.
    Talep sonucunun rakam olarak ifadesinin imkansızlığı, davacının tam olarak miktarını bilmediği ve bu bilgisizliğini davalının sahasında bulunan vakıalardan kaynaklandığı durumlarda söz konusudur.
    İşyerinde sendikasız çalışan ve yasal işçilik alacakları konusunda  ayrıntılı bilgi sahibi olması beklenmeyen bir işçinin, alacakları doğru şekilde adlandırması dahi mümkün  olmazken  doğru  hesap yöntemiyle birlikte ve tam olarak  belirlemesi mümkün görülmemelidir. Ancak işyerinde hukuk müşaviri, personel  uzmanı, muhasebe müdürü gibi konumda çalışan bir işçi bakımından aynı sonuca varmak mümkün  olmayacaktır.
    Belirsiz alacak davası hukuk sistemimize girmeden önce icra inkar tazminatına hak kazanma yönünden likit (belirli) olma kriteri içtihat olarak kabul edilmiştir. Bu kriterin, alacağın belirli  olup olmamasında da dikkate alınabileceği Yargıtay tarafından kabul edilmiştir. Yargıtaya göre; “Likit bir alacaktan söz edilebilmesi için ise; ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması gerekir. Bu koşullar yoksa, likit bir alacaktan söz edilemez”(HGK. 14.07.2010 gün ve 2010/19-376 E, 2010/397 K, HGK, Y.HGK. 17.10.2012 gün ve 2012/9-838 E, 2012/715 K).
    Genel mahiyette bu açıklamalardan sonra işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup  olmayacağı noktasında Dairemizce belirlenen  kriterler aşağıdaki gibidir;
    Kıdem tazminatı hesabı  için,  işçinin çalıştığı süre, fasılalı  çalışma olup  olmadığı, bu süre içinde ihbar önelini altı hafta aşan  istirahat raporu alınıp alınmadığı, ücretsiz izin  uygulaması  olup  olmadığı, grevde geçen sürenin varlığı, işçinin son ücreti, ücretin  eki niteliğindeki ödemelerin son bir yıllık toplamı, işçiye sağlanan ayni  hakların  parasal değeri ve son bir yıllık ortalaması, ücretin eki mahiyetindeki ödemelerin devamlılık arz edip etmediği gibi  konuların  net  olarak bilinebilmesi gerekir. Bu yüzden işçinin  hesabın unsurlarına dair sözü edilen bir veya birkaç  konuda belirsizlik halinde kıdem tazminatının başlangıçta tam  olarak ve tamamen belirlenmesi mümkün olamaz. HMK’nun 107. maddesinin gerekçesinde belirtildiği üzere alacaklının “alacağının tamamını tam  olarak” tespiti mümkün değildir. Bu nedenle hesabın unsurlarındaki tartışma ve belirsizlik, alacağın da belirsiz olması sonucunu doğurur.   Ancak ücret ve eklerine dair tartışma kıdem tazminatı tavan sınırlaması sebebiyle sonuca etkili değilse, kıdem tazminatının belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği düşünülmelidir.
    İhbar tazminatı hesabı noktasında  kıdem tazminat için sözü edilen tavan sınırlaması hariç, hemen hemen aynı verilere  ihtiyaç  vardır. İşçinin çalışma süresindeki tartışmanın ihbar süresine dair dilimi etkilemesi veya işçinin ücreti ve eklerindeki herhangi bir tartışma halinde ihbar tazminatı hesabı da belirsizdir.
    İşçinin ücretini ve çalışma süresini bilmesi gerektiği varsayımı ile ihbar ve kıdem tazminatının her durumda belirli  olduğunu söylemek isabetli bir yaklaşım olmaz. Çalışma süresine ve ücreti ile eklerine dair yasal yükümlülüğe rağmen işverence belge verilmemiş bir işçinin, işverende mevcut işyeri şahsi sicil dosyasına ulaşmadan ve işverence bilgi ve belge sunulmadan önce henüz dava açma aşamasında bu tür tazminatların tamamını ve tam  olarak  hesaplamasını beklemek ve bunu bir dava şartı  olarak kabul etmek, hak arama özgürlüğünü zedeler. Bu konuda alınacak olan uzman raporu da hesap noktasında aynı belge eksiklikleri sebebiyle yeterli olmayacağı gibi, iş sözleşmesi yasal  hakları ödenmeksizin feshedilen işçiden dava öncesinde alacaklarını belirleyebilmek için hesap raporu almak yönünde bir masraf yapmasını beklemek de doğru  olmaz.
    Yıllık izin ücreti hesabının unsurları, işçinin çalışma süresi  ve ücretin miktarıdır. İşverence yasal düzenlemelere rağmen bu yönlerden belge düzenleme ve işçiye verme yükümlülüklerin yerine getirilmemiş olması halinde işçinin yıllık izin  ücretini dava öncesinde tam olarak belirlemesi mümkün  olmayabilir. Bu açıdan  çalışma süresi ve ücretin tartışmalı olması durumunda yıllık izin  ücreti  belirsiz alacak davasına konu edilebilir.   Ancak çalışma süresi ve ücretin işçiye verilmiş  veya ulaşabileceği  belge ve kayıtlarla kesin  olarak saptanabildiği hallerde yıllık izin  ücretinin belirli  olduğu ve  belirsiz alacak davasına konu  olamayacağı söylenebilecektir.
    Fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram  ve genel tatil çalışmaları karşılığı ücretler için ise çalışmaların tamamının puantaj kayıtlarına dayandırıldığı istisnai durumlar dışında hakimin taktiri indirimi söz konusu olduğundan,alacakların, davanın açıldığı aşamada tam  olarak belirlenmesi mümkün değildir. Bu itibarla sözü edilen alacakların belirsiz alacak davasına konu edilebileceği ilke olarak kabul edilmektedir.
    Hakimin takdiri veya yasal nedenlerle indirim yapılarak alacak miktarı veya değerinin belirlenmesi halinde alacak belirsizdir (Yargıtay 9.HD.27.02.2012 gün ve 2012/1757 E.2012/5742 K. ).
    Dairemizin kısmi dava ile ilgili verdiği bu ölçütleri kabul eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 17.10.2012 gün ve 2012/9-838 E, 2012/715 K sayılı kararında “İşçilik alacaklarının özelliği de dikkate alınarak, bu alacaklarda, talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi, aksinin kabulü de doğru olmayacağını, talep konusu işçilik alacakları belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesinin daha doğru olacağını” açıkça belirmiştir.
    Davaya konu işçilik alacaklarının bir kısmının ya da bazılarının belirsiz alacak davasına konu  olamayacağı belirlendiği taktirde, hakim hemen davayı reddetmemeli, HMK.’nun 115/2 maddesi uyarınca eksikliği  tamamlaması yani alacağını belirleyerek buna göre  talepte bulunması için davacıya  kesin süre vermeli, gereğinin yerine getirilmemesi halinde dava şartı eksikliğinden dava reddedilmelidir. Dairemiz kararları ile Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin kararları bu yöndedir(Yargıtay 9.HD. 26.01.2014 gün, 2014/1962 E,  2014/6034 K. ; Yargıtay 9.HD. 27.02.2012 gün ve 2012/1757 E, 2012/5742 K.; Yargıtay 19. HD. 16.01.2014 gün, 2013/ 17491 E, 2014/ 1332 K. Yargıtay 19. HD, 16.01.2014 gün, 2013/ 17366 E, 2014/ 1329 K.).
    Alacağın belirsiz olması halinde alacaklı, belirsiz alacak davası açabileceği gibi kısmi dava  olarak da alacağın tahsilini talep edebilir.
    Dava dilekçesinde alacağın belirsiz olduğundan söz edilmiş olsa da, kısmi dava açıldığının ifade edilmesi halinde davanın türünün kısmi dava olarak kabulü gerekir. Zira alacak belirsiz ise kısmi dava yoluyla alacağın istenmesine engel bir durum yoktur. Bu  ihtimalde kısmi dava ancak talep edilen kısım itibarıyla zamanaşımını keser. Yargılama ile alacağın belirlenen kalan kısmı ıslah veya ek dava ile talep edildiğinde  arttırılan miktarlar bakımından faiz başlangıcı -kural  olarak- talep tarihidir. Bu nedenle davanın türünün belirsiz alacak davası  veya kısmi dava oluşunun sonuçları farklı olup, tereddüt halinde  hakim tarafından bu husus davacıya açıklatılmalı ve davanın türü ön inceleme tutanağına yazılarak tahkikat aşamasına geçilmelidir.
    Belirsiz alacak davası ise mevcut yasal düzenleme çerçevesinde üç değişik şekilde açılabilir. Eda (tahsil talebi ile) davası niteliğinde belirsiz alacak davasının açılabileceği HMK’nun 107. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında öngörülmüştür. Tespit niteliğinde belirsiz alacağı tespit davası ise aynı maddenin 3. fıkrasına dayanmaktadır.  Maddenin gerekçesine göre ise alacaklı kısmi eda külli tespit davası da açabilir. Her bir dava türünün farklı özellikleri bulunmaktadır.
    Tahsil  talepli belirsiz alacak  davasında, alacaklı belirleyebildiği miktarı davaya konu etmelidir. Bu  konuda rastgele bir miktarı  talep etmesi doğru  olmaz. Örneğin, işveren  ve Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarında 10 yıl ve asgari ücretten hizmeti görünen bir  işçi, çalışma süresini 12 yıl  ve ücretini net 2.000,00 TL olarak  açıklamak suretiyle  kıdem tazminatıyla ilgili belirsiz alacak  tahsil davası açabilir. Bu davada, kayıtlarda geçen süre ve asgari ücrete göre  belirlenebilen miktar  talep edilmelidir. Başka bir anlatımla tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında alacaklı  belirleyebildiği kadarıyla bir hesaplama yapmalı ve bu miktarı talep etmelidir. Dava dilekçesinde şimdilik kaydıyla farazi bir miktar (100,00 TL) gösterilmesi halinde,davanın, tahsil amaçlı belirsiz alacak davası olarak kabulü doğru  olmaz.
    Tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında, işverenin vereceği cevap, ön  inceleme aşamasında bu yönde uzlaşı veya  tahkikat aşamasında belirsizlik ortadan kalktığında,  107/2. maddeye göre davacı miktarı arttırabilir ve  alacağın tümünün tahsilini talep edebilir. Bu aşamada iddianın  genişletilmesi yasağı devreye girmez.
    HMK’nun 107. maddesinin gerekçesine göre, alacak  belirli  hale geldiğinde artırım, sadece bir kez yapılabilir. İkinci kez artırım yapılmak istenirse, iddianın genişletilmesi yasağı  ile karşı karşıya kalınır.
    Tahsil talepli  belirsiz alacak davasında, dava tarihinde alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 157. maddesi uyarınca, dava süresince tarafların yargılamaya ilişkin her işleminden veya hâkimin her kararından sonra zamanaşımı yeniden işlemeye başlar. Bu nedenle yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemeyeceğinden, davacının talep artırım dilekçesi üzerine ileri sürülen zamanaşımı definin de sonuca bir etkisi olmaz. 
    Tahsil talepli belirsiz alacak davasında faiz başlangıcı, davadan önce temerrüt söz konusu değilse dava tarihi olmalıdır. Alacak belirlendikten sonra arttırılan kısım için faiz başlangıcı temerrüt ya da dava tarihidir.  Belirtmek  gerekir ki, belirsiz alacak davasının alacaklıya sağladığı bütün imkanlar bir tek tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında ortaya çıkar.

    Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabileceği HMK’nun 107/3. maddesinde  kabul edilmiş  olmakla, davanın miktar belirtmeden açılması da imkan dahilindedir. Bu  halde hukuki yarar yokluğu  ile ilgili tartışmalara mahal  vermemek için, 107. maddenin son cümlesinde,  belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasında hukuki yararın bulunduğu ifade edilmiştir.
    Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabilmesinin en önemli sonucu, belirsiz alacak tespit davasının da alacağın tamamı için zamanaşımını kesmesidir. Bu husus, 107. maddenin gerekçesinde açıklanmıştır.
    Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasının ardından, alacağın yargılama sırasında belirlenmesi üzerine HMK’nun 107/2. maddesine göre miktarın arttırılması mümkün değildir. Zira sözü edilen hüküm, belirsiz alacak davasının miktar belirtilmesi yoluyla eda davası biçiminde açılması halinde  uygulama alanı bulabilir.  Ancak belirsiz alacak tespit davasında yapılan yargılama ile  alacak belirlendikten sonra, davanın tamamen ıslahı suretiyle alacağın tahsili talep edilebilir.
    Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılması ve ardından ıslahla eda davasına dönüştürülmesinin, davanın belirli bir miktar üzerinden açılmasından farkı, faiz başlangıcı noktasında kendisini gösterir. Belirsiz alacak davası tespit davası olarak açıldığında faiz  başlangıcı, alacakların  rakam olarak  talep edildiği  ıslah  tarihi olmalıdır. Belirsiz alacak davası ile kesilmiş olan zamanaşımı yargılama sırasındaki işlemler ve hakimin her kararı ile kesileceğinden ıslaha karşı ileri sürülen zamanaşımı defi sonuca etkili değildir.  
      HMK 107. maddesinin gerekçesine göre  belirsiz alacak davasının, kısmen eda davasıyla birlikte külli tespit davası  olarak da açılabilmesi imkan dahilindedir. O halde  belirsiz alacak davasında bir miktarın tahsili yanında, kalan tutarın tespiti istenebilecek  ve yargılama sırasında belirlendiğinde kalan miktar da talep edilebilecektir. 
    Bunun tam eda davasından farkı, belirlenebilen miktarın talebi yerine, kısmi bir  miktarın  istenebilmesidir. Örneğin  belirsiz bir alacak için alacaklı tarafından belirsiz alacak davası açıldığında ve 100,00 TL için tahsil, kalan  miktarı  için ise alacağın tespiti istendiğinde kısmi eda külli tespit davasından söz edilir. Zira alacaklı işveren veya resmi kurum kayıtlarında geçen belirleyebildiği miktarı davaya konu etmek yerine, farazi bir miktar için talepte bulunmuştur. Sözü edilen davanın kısmi davadan farkı ise, alacaklının kısmi dava açtığını belirtmeksizin belirsiz alacak davasından söz ederek taleplerde bulunmasına dayanır. Yukarıda açıklandığı üzere belirsiz bir alacak  için alacaklının  açıkça kısmi dava açtığını belirterek talepte bulunması veya belirsiz alacaktan söz edilmeksizin kısmi taleplerde bulunulması  halinde davanın kısmi dava olarak açıldığı kabul edilir.
    Kısmi eda külli tespit davasının açıldığı anda alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. Yargılama sırasındaki işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlayacağından yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemez. Bu nedenle yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı  yapılan zamanaşımı defi sonuca etkili değildir. Ancak faiz başlangıcı açısından tahsil amaçlı belirsiz alacak davasından farklı bir durum vardır.  Davaya konu edilen miktar bakımından faiz başlangıcı olarak dava tarihi kabul edilmelidir. Alacağın kalan kısmın sadece tespiti istenmiş olmakla, belirlenen bakiye alacak miktarının ilerde talep edildiği tarihten itibaren faize karar verilmelidir.
    Somut uyuşmazlıkta, dosya içeriğindeki bilgi ve belgeler ve özellikle davacının dava dilekçesi nazara alındığından davanın kısmi eda külli tespit davası niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. Ücretin taraflar arasında ihtilaflı ve tartışmalı olması nedeni ile tazminatların belirsiz alacak niteliğinde kabul edilmesi gerektiği saptanıştır. O halde davacının kısmi eda külli tespit niteliğinde belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararı vardır. Belirsiz alacak davasının  esası hakkında bir karar verilmesi gerekir.

    Mahkemece davacının belirsiz alacak davası açmasında hukuk menfaati bulunmadığı gerekçesiyle kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti alacakları bakımından, davanın kısmen reddine hükmedilmesi hatalıdır.
    Diğer taraftan somut uyuşmazlıkta bir an için talep edilen alacak miktarlarının başlangıçta belirlenebileceği kabul edilse dahi, yargılama sırasında hesap raporu alınmış ve akabinde davacı tarafından harcı da yatırılarak talep miktarları arttırılmıştır. Dolayısı ile tamamlanabilir dava şartı olan hukuki yarar şartı da yerine getirilmiş olup, gerekçe bu nedenle de yerinde değildir.
    Mahkemece yapılacak iş, dosyadaki bilgi ve belgeleri bir değerlendirmeye tabi tutarak;  kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ücreti alacakları hakkında işin esasına girip olumlu veya olumsuz bir karar vermektir.
    Yanılgılı değerlendirme ve hatalı gerekçe ile yazılı şekilde sonuca gidilmesi bozmayı gerektirmiştir.
     F) Sonuç:
    Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA,  davacı yararına takdir edilen 1.630.00 TL.duruşma avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine,  peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 20/02/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

© 2019 - ÇALIŞMA VE TOPLUM DERGİSİ